24 Nisan 2024 Çarşamba
29 Mart 2024 Cuma
ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI İÇTENDİ. KORUYAMADIK
ANADOLU
MÜSLÜMANI İÇTENDİ…KORUYAMADIK. 17.03.2024 Hıfzı Yetgin
Anadolu
Müslümanlığının en temel özelliği, bu coğrafyanın insanı bilgisi olmadan
peşinen inanır. İnandığında da inanır
vesselam. Öğrenmeye işin detayını bilerek inanayım demeye de pek çabası
olmaz. Akıllıdır. Ama aklı kullanma, araştırma
yerine kendisine anlatılmasından hoşlanır. Yani “nakil yoluyla” bilgi sahibi
olmayı tercih eder. Ama eğer inanmışsa bir kere o inanç içtendir. İçtenlikte boyutları büyüktür. Sınır tanımaz. İşte size bunun kanıtı diyebileceğimiz
bir hikâye...
Henüz tarlada
harmanda bahçede bostanda motor seslerinin olmadığı, her şeyin el emeği ile
kazanıldığı kapalı köy ekonomisinin hüküm sürdüğü yıllarda... Bir rençperlikle
uğraşan işinde gücünde bir yıl beş mevsim, günde 25 saat çalışan emmim bir
dayım varmış. Bizden biri yani… bu emmim
bu dayım çalışmış, çalışmış, ekmiş, ekmiş, biçmiş, biçmiş sonra da toplamış tüm
şapı samani harman yerine getirmiş. Öküzüylen, kömüşüylen, atıyla eşeğiyle günlerce
haftalarca düven sürmüş, tınarları yığmış, rüzgar nöbetleri tutmuş, elinde yaba
altı yöne döne döne tınar savurmuş… elemiş, ayıklamış o yana bu yana döndürmüş.
Samanı deneyi ayırıp çeç yapmış. Kesmügünü de ayrı halletmiş. İşin önemli
kısmını bitirmiş bir sevinç. İçinde
'"çok şükür, çoluğun çocuğun malın melalin yiyeceğini hazır ettik.
Bu yıl da ekmeğimiz çıktı. Diye bir nefes almaya hazırlanırken… birden gök
tıkırdamaya, harlayıp gürlemeye başlamış. Bizim ki, az bi işi kaldı. Artık buğdayı
çuvala koyup- ambara taşıyınca, işin sonuna gelinecek… Çuvallar hazır, dört
tekerleği de samanlığın böğründe çoluk çocuk da yanında bir yükte eşeğe sararsa
iş tamam. Gökyüzüne dönmüş yalvarırcasına bakmış, ellerini açmış, yağmur
yağacak gibi. Ama bilirki rızık var görüp durur koca yaradan. İçtenlikle
seslenmiş. "Ya rabbim görürsün ki işin sonuna geldik. Az müsaade ver. Az
sabret, az kaldı şu denenin çoğunu ambara birazını da herkile koyayım. Sonra
istediğin kadar yağdır. Ağzını açanın ağzını yırt. Bak her şey ortada az bir
müsaade, demiş. Demiş emme daha sözü bitmeden bir gürültü, bir patırtı, bir takırtı,
bir şakırtı kopmuş kiiii… düşman başına . Bir şiddetli tufan dolu yağmur bir
arada. Sular, seller, ortalığı kaplamış. Harman yerinde ne kadar dene, kaç hak,
kaç yarım, kaç teneke ne var ne yok almış götürmüş. Yetmemiş bir de samanlığın
saçağının damlalıklarının altına sığınmış garibim eşekçiğizi de sürüyüp
götürmüş. Kim ne etsin? Kime kimi anlatsın?
Çaresiz bakmış bakmış gözlerinde yaş. Üzülmüş ki görülmez cinsten. Donmuş
kalmış, dönmüş bakmış; Sonrasında “Ya
Rab, bunu bana etmeyeceğeydin. Dedim sana az müsaade diye ”diyebilmiş..
Derken zaman geçmiş mübarek Ramazan
ayı gelmiş çatmış. Bizimki çoluk çocuk uşak devşek sahura kalkmışlar. Yemeklerini yemişler
niyetlerini edip oruca başlamışlar. Ailenin öteki bireyleri bilinmez de gündüz
olmuş öğlen vakti geçmiş, ikindiyi de aşmış iftara az bir zaman kala bizimki şu
güllegini kaldırmış emziği ni da ağzına dayayıp lıkır -lakır suyu içmiş. Orucu bozmuş yani. Sonra gökyüzüne yönelip
başlamış inandığı ile konuşmaya.., "Ne o, kızdın değil mi? Kızdın kızdın . Orucu bozdum diye kızdın.
Daha dur… Seyret sen. Kurbanı bekleyeceğim. Vallahi bak eşeği de kurbana
sayacağım" demiş...
Şimdi dayım/emmimim imanını,
inancındaki içtenliği sorgulayabilir misin? , Bilgisizliğinin Onu isyana
sürüklediğini söyleyeceğiz. Her şey diyeceğiz. Tamam da Kendisini Tanrısına
sitem edecek kadar yakın gördüğü için içtenliği apaçık ortada olan inancını
sorgulayabilir miyiz? Hiçbir koşulda
buna hakkımız olmaz.
Halkın cahilliğini kutsayanlar burada da
mangalda kül bırakmayacaklar. Hadi oradan. Şu halkı aç bıraktık, açık bıraktık,
tonlarca atığın, milyonlarca ton toprağın altına gömdük. Enkazlar da bıraktık.
Kimselere ağzını açmadı. Sesini yükseltmedi. Şu Anadolu insanının saflığını koruyamadık.
Yeniden kazandırabilmen için Anadolu kadar ömür gerekir.
Yazıklar olsun
bize… 17.03.2024
hyetgin
19 Mart 2024 Salı
26 Şubat 2024 Pazartesi
23 Şubat 2024 Cuma
GERÇEKLERİ SÖYLEMENİN BEDELİ OLABİLİR
GERÇEKLERİ SÖYLEMENİN BEDELİ OLABİLİR
Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur.
Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...
*İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır.
Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
– Son sözün nedir?
Der ki:
– Ben Allah’a inanıyorum, O beni
kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç
santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın; Allah sözünü
söylemiş ve onu korumuştur.
Böylece papaz idam edilmekten
kurtulur...
*Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
– Demek istediğin en son söz nedir?
Der ki:
– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum.
Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de
boynuna birkaç santim kala durur...
Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve
bağırırlar:
– Adalet sözünü söyledi, onu serbest
bırakın.
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden
kurtulur...
*Sıra fizikçiye gelir. Ona da
– Son sözünü söyle derler;
Der ki:
– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne
de adalete güvenen bir hâkim.. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir
düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince
gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar,
böylece fizikçinin başı bedeninden kopar..
Toplumdaki "düğümler" ve
sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..
Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi
göze almalıdır..
ARTHUR SCHOPENHAUER
16 Şubat 2024 Cuma
DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU
DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU
DALYA- HASAN ALİ
KALAYOĞLU
Ama bugün hem topları vardı, hem de yeterli
sayıda oyuncuları. Topu Emin getirmişti. Babası ayakkabıcı olduğu için, artan
deri parçalarından dikmiş ve içini de kumaş ve deri parçalarıyla doldurmuştu.
Bu oyunda topun en fazla 5–6 cm çapında ve biraz da ağır olması gerekliydi.
Yoksa daha büyüklerini avuçları ile kavrayamayacaklarından istedikleri yere
atmaları güç olurdu.
Emin’in getirdiği top tam da istedikleri
gibiydi. O nedenle hemen sokağın bitimindeki arsaya koştular. Seyrek de olsa
oynadıktan sonra arsanın kenarındaki iğdenin altına sakladıkları tuğla
kırıkları bıraktıkları yerde duruyor olmalıydı. Gerçi alınmış da olsa sağdan
soldan hemen bulup getirirlerdi. Çünkü bütün evlerin çatıları oluklu tuğla ile
örtülüydü ve sonbahardaki tuğla aktarma döneminde kırık tuğlalar değiştirilip
atıldığı için her yer tuğla kırığı oluyordu.
Dalya tuğlaları, bıraktıkları yerde duruyordu. Hemen alıp arsanın ortasına geldiler ve önce büyüklerinden başlayıp üst üste yığarak 25–30 cm yüksekliğinde bir kule meydana getirdiler. İşte buna “dalya” denirdi ve dalyanın mümkün olduğu kadar sağlam olması, kolay kolay yıkılmaması gerekiyordu. Sonra da bunun 4–5 metre uzağına bir çizgi çizerek topun dalyaya atılacağı yeri belirlediler.
-“Kim
yaş tarafını, kim kuru tarafını alıyor?”
Yaş tarafını Yusuf alınca kuru tarafı da
Ali’ye kaldı. Mıstık, taşı hızlıca havaya fırlattı ve hep birlikte düştüğü yere
koştuklarında, taşın kuru tarafının üste geldiğini gördüler. Bu durumda oyuna
Ali’nin ekibi başlayacaktı. Yusuf’un ekip de “ebe” olmuştu.
Selahattin, topu eline alarak çizgiye dikildi. Kolunu ileri geri sallayarak nişan almaya çalışırken ortalıkta çıt bile çıkmıyor, her iki ekip de heyecanla onun atışını bekliyorlardı. Tam topu atacaktı ki, Recep eliyle dalyanın üstüne bir daire çizerek bağırmaya başladı:
-“Ortada
kuyu var, yandan geç.”
O, bunu sürekli tekrarlayıp Selahattin’in
dikkatini dağıtmaya çalışırken, Selahattin’in iyice nişanlayıp topu dalyaya
attı ve böylece de oyun başladı. Top dalyaya vurdu ama kiremitler hafifçe
sallanmasına rağmen yıkılmadı. Bu durum Ali’nin ekibinde en güvendikleri
arkadaşlarının boş çıkması nedeniyle üzüntü yaratırken, Yusuf’un ekip sevinçten
havalara zıplıyordu.
O gün akşam oluncaya, hatta babaları eve
gelip de onları çağırıncaya kadar dalya oynadılar. Yorgunluktan kımıldayacak
halleri kalmamış, her tarafları terden sırılsıklam olmuştu ama buna değmişti.
17 Ocak 2024 Çarşamba
BÜYÜK ATATÜRK ALBÜMÜ
Cumhuriyet tarihimizin en değerli koleksiyonerlerinden, aydın insanlarından Hanri Benazus ayrıldı aramızdan… Bizlere miras olarak bıraktığı fotoğraf koleksiyonu ve kitaplarıyla ülkemizin hafızasına en değerli katkıyı yapmıştır… Ruhu şad olsun, ışığı yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor… #hanribenazus
14 Ocak 2024 Pazar
25 Aralık 2023 Pazartesi
20 Aralık 2023 Çarşamba
NEREDEEEN NEREYE ?
NEREDEEEN NEREYE
1969 yılında göreve Müdür Yetkili Öğretmen
olarak başladım. İlk iki belki üç ay yaşım 18 olmadığı için maaş alamadım.
Maaşlarımı aldığımda, Mutemet "bak hoca şu. Ağustos maaşın 1. ay eline
geçecek olan onun kesintileri çok oluyor haliyle. Ama şu eylül 2. maaşın işte
maaşın bu demişti. 525 lira gibiydi. Maaşlarımı alınca elime deli para geçmiş
gibi oldu. Oradan PTT ‘ye geldim. İlk maaşımı babama göndereyim jest olsun
dedim. Oradan Ziraat Bankasına geçtim. Zaten başka banka da yoktu. 2. Maaşım
için hesap açtırıp bankaya yatırdım. Elimde kalan 525 lira ile SAVARONA adında bir lokantaya
gittim. Atatürk'ün aşçısının çocukları işletiyordu. Orada çorbadan başlayıp
tatlı ile biten bir yemek yedim. İlk aylarda Partalcı’nın hanında
kalırken, o ay ahırı yok, kokmuyormuş,
eee atımda yok diye akşam yeni keşfettiğimiz ahırı olmayan Armutçu’nun hanında kaldım.
Ertesi gün ilçede küçük bir fiyat araştırması yapmıştım.
Bir iki esnafa da, önceki aylarda maaş alamadığım için deftere yazılmış borçlarım vardı. Esnafların,
öğretmen kaçmıyorsun ya acelesi ne ya, serzenişlerine rağmen . Hayır, ödeyeyim
diyerek o borçları kapattım. Kasap birisi vardı. Oradan köye elim boş
dönmeyeyim diye bir kilo kemiksiz et aldım. Fiyatı 2,5 lira idi. Diğer
eksiklerimizi köyde yumurta falan toplayıp satan, köye gelirken de getirdiği bakkaliye malları
temin eden bir köy bakkalı diyelim oradan temin ediyordum. Bir kısmını da 32
köyün ortak pazarı gibi olan Cumayanı’ndaki bir iki bakkaldan karşılıyordum. O
nedenle fazla bir şey almadım. 47 km uzaklıkta okulumun olduğu köye ortalık çok kararmadan
döneyim diye hemen yola koyuldum. Irmak
köyüne kadar giden bir kamyon olduğunu duyunca hemen koşarak kamyonun olduğu
yere geldim. Şoför mahalline oturmuş iki kişiden birisini benim itirazıma
rağmen soför indirdi. "Öğretmen kasada bu bey şöfermalinde olurmu ya
?" diyerek indirdi. Ben o kişiden kusura bakmamasını isterken o kişi de ‘’Öğretmen
rahat ol.’’ Ben zaten binmem şöfermaline de boş diye bindiydim. Temiz temiz
hava ala ala gideriz işte. Sen canını sıkma gibi sözler söyledi. Bindik kamyona
yaklaşık bana o kamyon elli dakika kazandırmıştı. Irmak köyünden sonra artık
yayan koşuldum yola...
Yedi
saatten sonra hava kararmış durumdayken vardım köye. O günde köyde de birkaç
kişi ortak hayvan kesmişler. Kilosunu 210 kuruştan isteyenlerle de
paylaşmışlar. Ben de 1 kilo etle varınca.
Rahmetli Muhammet ‘’Ya hoca onca yolu elinle etle mi geldin?’’ diye bana
çıkışmıştı. Bak köyde de kestik. Kaça aldın bunu deyince baktım gerçekten merak
ediyorlar. 2,5 lira deyince köyde ortak hayvan kesenler. Oooo paraya bak gördün
mü gibi konuşmalar yapmışlardı. Ne ise
anlatmak istediğim henüz 2 aylık öğretmenin eline 525 lira para geçiyordu. Etin
ilçedeki fiyatı da 2,5 lira idi.
Dün uğradığım markette ise orta yağlı kuşbaşı
etin kilosu 380 TL idi. 1969 yılında henüz stajyer öğretmen maaşımla 210 kg
kemiksiz et alabiliyormuşum. Bugün 210x380= 79.800 TL alan bir öğretmen o günkü
öğretmenin alım gücüne erişebilirmiş. Ayda 79.800 TL alan öğretmen olduğunu
zannetmiyorum. Müfettişlerin bile o rakama ulaşabileceklerine ihtimal
vermiyorum. Hani büyüklerimiz... "Neredeeennn nereyeee?" derler ya
. Nereden nereye. Geldik mi değirmene? Sordum yine ne öğütüyor bu? Aldığım
cevap hiç değişmedi yıllarca . "Duman öğütüyor duman." Noktasına
virgülüne takılan çok oluyor da çalakalem yazıp gittim. Dönüp okumadım bile...
Herkese sağlık dileyeyim. 19.12.2023
hyetgin.
19 Aralık 2023 Salı
17 Aralık 2023 Pazar
1 Aralık 2023 Cuma
3 Kasım 2023 Cuma
TANIDIĞIM BİR SENATÖR, GENÇ BİR ÖĞRETMEN VE ANIMSADIĞIM BİR OLAY
TANIDIĞIM BİR SENATÖR, GENÇ BİR
ÖĞRETMEN VE ANIMSADIĞIM BİR OLAY
1969 yılı 31. Temmuz’unda öğretmen olarak
göreve başladım. Yaşım 17. Maaş alabilmem için babamı mahkemeye vermek zorunda
kalmıştım. Tanıkları da dinledikten sonra hakim 1.1.1952 olan doğum tarihimi 1.1.1951
olarak tashih (karar öyle yazıldığı için kullandım) etmişti.
Okullar
açıldı. Her ayın ilk haftası bir cumartesi günü maaşlarımızı alabilmemiz için
ilçede İlköğretim Müfettişleri tarafından bir toplantı düzenlenir ve bizim de
görevli izinli olarak uzak köylerden ilçeye inebilmemize olanak sağlanırdı.
1969
yılında aynı zamanda benim ilk genel seçimimde yapılmıştı. O seçimlerde de
öğretmenler görev yaptığımız köylerde sandık başkanı olarak görevlendirilirdik.
Eylül ayının son günleri veya ekim ayının ilk haftası gibi siyasi partilerin
köy gezileri başlamış, adaylar ve parti yöneticileri her köyü fırsat buldukça
ziyaret ederler. Küçük toplantılar düzenlerler, köylerin sorunlarını dinlerler.
Çözüm için notlar alırlar, sözler verirlerdi.
Birleştirilmiş sınıflı bir okulda görev
yapıyordum. 1,2,3,4 ve 5. sınıfların hepsi ile aynı derslikte dersleri bir arada
işliyorduk. Söz gelimi 1. sınıflarla ilk okuma yazma ve matematik derslerini
özel olarak yaparken diğer öğrencilerimizi de ödevlendirirdik. Hayat bilgisi
dersi 1,2 ve 3. sınıflarla ortak işlenir
o saatte 4. ve 5. sınıf öğrencileri ödevlendirilirdi. Yani tüm öğrenciler aynı
derslikte olurlar ama bir kısmı öğretmenli, bir kısmı da ödevli olarak
çalışırlardı. Her gün içinse akşamdan bir sonraki günün planını yapardık.
Yıllık planlarımızı da duvara asacak şekilde kağıtları birleştirir ve büyük
tablolar haline getirir asardık. İşlediğimiz konuların altlarını da öğrencilerimiz
kırmızı kalemlerle çizerlerdi ki öğrencilerimiz hangi konuları işledik. Hangi
derste hangi konudayız. Oradan izlesinler diye.
Bir
gün ortak yaptığımız bir matematik dersinde tam konuya yoğunlaştığımız
hepimizin de dikkat kesildiği bir anda dersliğin kapısı çat diye açıldı.
İçeriye çevre köylerden olacak bir vatandaşımız telaşlı bir şekilde girdi.
Köylülerimizce yapılmış bir öğretmen masam vardı. O masanın üzerindeki plan
defterimi en öndeki öğrencilerimin oturduğu 3 öğrencilik bir sıraya adeta
fırlatır gibi bıraktı. Benim masayı da kucakladığı gibi götürüyor. Tüm sınıf
bir anda bir şaşkınlık yaşadık. Neyse ilk toparlanan yine ben olmuş olmalıyım ki.
Vatandaşın sırt tarafından ceketinin ense kısmından yakaladım.
-BİR DAKİKA İZİN ALMAK YOK MU? Masayı
nereye götürüyorsun? diye çıkıştım. Çıkıştım derken aslında biraz da
sinirlendiğim için gelen şahsı yüksek sesle azarladım. O da:
-Öğretmen, vekil bey emretti, dedi.
Toyluk, deneyimsizlik ne derseniz söyleyin artık.
-ÇIK DIŞARI! Masa falan vermiyorum deyip
adamı kovarcasına dışarı çıkardım. Öğrencilerime de dönüp gelen vatandaşın
aslında izin istemesi gerektiğini, kabalık yaptığı ve dersimizi de böldüğü için
sinirlendiğimi masayı da o nedenle vermediğimi söyledim. Haksız mıyım çocuklar?
diye de sorarak bir anlamda destek istedim. Öğrencilerim de “öğretmenim iyi
yaptın” şeklinde cevaplar verdiler. Ama biraz da rahatsız olmuştum. Tadımız
kaçtı. Ders performansımız da düştü. Konuyu bıraktık. Serbest okuma gibi bir etkinliğe
başladık. Ders bitti. Teneffüse çıktık. Tekrar derse girdik. Yine tam dersin
ortalarında kapı tıklatılarak çalındı. Yüksek sesle.
- Geeelll’ diye seslendim.
İçeriye orta boylu gözlüklü biraz da kilolu sayılabilecek çok sempatik yüzlü
bir bey girdi.
-Öğretmen bey ben Kastamonu Senatör
adayı Ahmet Nusret Tuna’yım. Az önce bilgim dışında bir vatandaşımız sizin
masayı almak için gelmiş. Siz de haklı olarak kızmışsınız. Çok özür dilerim.
Hem sizden hem öğrencilerinizden özür dilemek için geldim. Lütfen kusura
bakmayın, dedi. Kalakalmıştım. Şaşkınlığımı o da sezmiş olmalı ki, yanıma kadar
geldi. Elimi tuttu ve kendisinden bir isteğim olup olmadığını sordu.
-Hayır, teşekkür ederim. Şimdi
ben mahcup oldum gibi bir şeyler söylemeye çalıştım. Ama gerçekten mahcup
olmuştum. Sonraki yıllarda aklıma geldikçe o fevriliğim kendimi frenleme
konusunda karşımdaki kişiye karşı bir kabalık oluştururken benim içinse öğretici
bir yaşanmışlık olmuştu. Sayın Ahmet Nusret Tuna’yı sonradan hep izledim. 1972’de
Deniz’lerin idamı lehine oy kullanmamış olsaydı. Gidip ziyaret de edecektim.
Ama O nezaketli şahsın idamlar lehine oy kullandığını öğrendiğimde paradigmam
yine değişmişti. Sayın Süleyman Demirel yasaklı olduğu yıllarda Doğruyol
partisinin genel başkanı da oldu. 1988 yılında da vefat etti. Vefat ettiğinde
de üzüldüğümü anımsıyorum. Allah rahmet eylesin
Şimdi
sesli düşünüyorum. Hatta hayal kuruyorum. Sayın Milli Eğitim Bakanımız ilimizin
değerli valisini aramış olsa … “Sayın Valim ilinizde bir değerli öğretmenimiz
medeni cesaret göstermiş ve genel olarak bazı eleştirilerde bulunmuş. Ya , siz öğretmenimizi ziyaret etseniz ya da Sayın
İl Müdürümüz size bir randevu ayarlasa da bir araya gelseniz. Öğretmenimize de
benim adıma bir kahve ikram etseniz ve öğretmenimizin konuşmasında ileri
sürdüğü taleplerini dinleseniz. Hatta orada dile getiremedikleri de olabilir… Varsa
onları da not etseniz ve bana iletseniz. Çok sevinirim. Dese… Düşünebiliyor musunuz?
Tüm Türkiye sathında öğretmenler nice başarılarını geometrik büyümelerle nasıl
katlarlardı. Ve Sayın Bakan nasıl gönüllere taht kurardı. Mustafa Necati, Hasan
Ali Yücel, Mustafa Üstündağ, Avni Akyol ve kısmen Sayın Ziya Selçuk gibi… Nasıl
unutulmazlar arasında yerini alırdı.
Emine
öğretmenin yaşadıkları hafızamı tazelememe yol açtı. Son olarak düşüncem şudur:
Öğretmen gözaltına alınmamalı, eleştiriler sert bile olsa kulak verilmelidir.
Emine Öğretmen’in konuşması işini seven bir öğretmenin ders işleyişi
niteliğindeydi. Öğretmen bir eleştiride bulunmuşsa nasıl yapmalıyız diye davet
edilip söyledikleri tekrar tekrar dinlenip notlar alınmalı, ders çıkarılmalı,
yön tayin edilmelidir. Kaldı ki ben Emine Öğretmen’in konuşmasını yalnızca
iktidara değil muhalefete ve genel anlamda da vatandaşlara bir çağrı ve
eleştiri olarak algıladım. Her ne olursa olsun “Öğretmen derim önümü
iliklerim.” Herkese saygılar.
01.11.2023 hyetgin