TANIDIĞIM BİR SENATÖR, GENÇ BİR
ÖĞRETMEN VE ANIMSADIĞIM BİR OLAY
1969 yılı 31. Temmuz’unda öğretmen olarak
göreve başladım. Yaşım 17. Maaş alabilmem için babamı mahkemeye vermek zorunda
kalmıştım. Tanıkları da dinledikten sonra hakim 1.1.1952 olan doğum tarihimi 1.1.1951
olarak tashih (karar öyle yazıldığı için kullandım) etmişti.
Okullar
açıldı. Her ayın ilk haftası bir cumartesi günü maaşlarımızı alabilmemiz için
ilçede İlköğretim Müfettişleri tarafından bir toplantı düzenlenir ve bizim de
görevli izinli olarak uzak köylerden ilçeye inebilmemize olanak sağlanırdı.
1969
yılında aynı zamanda benim ilk genel seçimimde yapılmıştı. O seçimlerde de
öğretmenler görev yaptığımız köylerde sandık başkanı olarak görevlendirilirdik.
Eylül ayının son günleri veya ekim ayının ilk haftası gibi siyasi partilerin
köy gezileri başlamış, adaylar ve parti yöneticileri her köyü fırsat buldukça
ziyaret ederler. Küçük toplantılar düzenlerler, köylerin sorunlarını dinlerler.
Çözüm için notlar alırlar, sözler verirlerdi.
Birleştirilmiş sınıflı bir okulda görev
yapıyordum. 1,2,3,4 ve 5. sınıfların hepsi ile aynı derslikte dersleri bir arada
işliyorduk. Söz gelimi 1. sınıflarla ilk okuma yazma ve matematik derslerini
özel olarak yaparken diğer öğrencilerimizi de ödevlendirirdik. Hayat bilgisi
dersi 1,2 ve 3. sınıflarla ortak işlenir
o saatte 4. ve 5. sınıf öğrencileri ödevlendirilirdi. Yani tüm öğrenciler aynı
derslikte olurlar ama bir kısmı öğretmenli, bir kısmı da ödevli olarak
çalışırlardı. Her gün içinse akşamdan bir sonraki günün planını yapardık.
Yıllık planlarımızı da duvara asacak şekilde kağıtları birleştirir ve büyük
tablolar haline getirir asardık. İşlediğimiz konuların altlarını da öğrencilerimiz
kırmızı kalemlerle çizerlerdi ki öğrencilerimiz hangi konuları işledik. Hangi
derste hangi konudayız. Oradan izlesinler diye.
Bir
gün ortak yaptığımız bir matematik dersinde tam konuya yoğunlaştığımız
hepimizin de dikkat kesildiği bir anda dersliğin kapısı çat diye açıldı.
İçeriye çevre köylerden olacak bir vatandaşımız telaşlı bir şekilde girdi.
Köylülerimizce yapılmış bir öğretmen masam vardı. O masanın üzerindeki plan
defterimi en öndeki öğrencilerimin oturduğu 3 öğrencilik bir sıraya adeta
fırlatır gibi bıraktı. Benim masayı da kucakladığı gibi götürüyor. Tüm sınıf
bir anda bir şaşkınlık yaşadık. Neyse ilk toparlanan yine ben olmuş olmalıyım ki.
Vatandaşın sırt tarafından ceketinin ense kısmından yakaladım.
-BİR DAKİKA İZİN ALMAK YOK MU? Masayı
nereye götürüyorsun? diye çıkıştım. Çıkıştım derken aslında biraz da
sinirlendiğim için gelen şahsı yüksek sesle azarladım. O da:
-Öğretmen, vekil bey emretti, dedi.
Toyluk, deneyimsizlik ne derseniz söyleyin artık.
-ÇIK DIŞARI! Masa falan vermiyorum deyip
adamı kovarcasına dışarı çıkardım. Öğrencilerime de dönüp gelen vatandaşın
aslında izin istemesi gerektiğini, kabalık yaptığı ve dersimizi de böldüğü için
sinirlendiğimi masayı da o nedenle vermediğimi söyledim. Haksız mıyım çocuklar?
diye de sorarak bir anlamda destek istedim. Öğrencilerim de “öğretmenim iyi
yaptın” şeklinde cevaplar verdiler. Ama biraz da rahatsız olmuştum. Tadımız
kaçtı. Ders performansımız da düştü. Konuyu bıraktık. Serbest okuma gibi bir etkinliğe
başladık. Ders bitti. Teneffüse çıktık. Tekrar derse girdik. Yine tam dersin
ortalarında kapı tıklatılarak çalındı. Yüksek sesle.
- Geeelll’ diye seslendim.
İçeriye orta boylu gözlüklü biraz da kilolu sayılabilecek çok sempatik yüzlü
bir bey girdi.
-Öğretmen bey ben Kastamonu Senatör
adayı Ahmet Nusret Tuna’yım. Az önce bilgim dışında bir vatandaşımız sizin
masayı almak için gelmiş. Siz de haklı olarak kızmışsınız. Çok özür dilerim.
Hem sizden hem öğrencilerinizden özür dilemek için geldim. Lütfen kusura
bakmayın, dedi. Kalakalmıştım. Şaşkınlığımı o da sezmiş olmalı ki, yanıma kadar
geldi. Elimi tuttu ve kendisinden bir isteğim olup olmadığını sordu.
-Hayır, teşekkür ederim. Şimdi
ben mahcup oldum gibi bir şeyler söylemeye çalıştım. Ama gerçekten mahcup
olmuştum. Sonraki yıllarda aklıma geldikçe o fevriliğim kendimi frenleme
konusunda karşımdaki kişiye karşı bir kabalık oluştururken benim içinse öğretici
bir yaşanmışlık olmuştu. Sayın Ahmet Nusret Tuna’yı sonradan hep izledim. 1972’de
Deniz’lerin idamı lehine oy kullanmamış olsaydı. Gidip ziyaret de edecektim.
Ama O nezaketli şahsın idamlar lehine oy kullandığını öğrendiğimde paradigmam
yine değişmişti. Sayın Süleyman Demirel yasaklı olduğu yıllarda Doğruyol
partisinin genel başkanı da oldu. 1988 yılında da vefat etti. Vefat ettiğinde
de üzüldüğümü anımsıyorum. Allah rahmet eylesin
Şimdi
sesli düşünüyorum. Hatta hayal kuruyorum. Sayın Milli Eğitim Bakanımız ilimizin
değerli valisini aramış olsa … “Sayın Valim ilinizde bir değerli öğretmenimiz
medeni cesaret göstermiş ve genel olarak bazı eleştirilerde bulunmuş. Ya , siz öğretmenimizi ziyaret etseniz ya da Sayın
İl Müdürümüz size bir randevu ayarlasa da bir araya gelseniz. Öğretmenimize de
benim adıma bir kahve ikram etseniz ve öğretmenimizin konuşmasında ileri
sürdüğü taleplerini dinleseniz. Hatta orada dile getiremedikleri de olabilir… Varsa
onları da not etseniz ve bana iletseniz. Çok sevinirim. Dese… Düşünebiliyor musunuz?
Tüm Türkiye sathında öğretmenler nice başarılarını geometrik büyümelerle nasıl
katlarlardı. Ve Sayın Bakan nasıl gönüllere taht kurardı. Mustafa Necati, Hasan
Ali Yücel, Mustafa Üstündağ, Avni Akyol ve kısmen Sayın Ziya Selçuk gibi… Nasıl
unutulmazlar arasında yerini alırdı.
Emine
öğretmenin yaşadıkları hafızamı tazelememe yol açtı. Son olarak düşüncem şudur:
Öğretmen gözaltına alınmamalı, eleştiriler sert bile olsa kulak verilmelidir.
Emine Öğretmen’in konuşması işini seven bir öğretmenin ders işleyişi
niteliğindeydi. Öğretmen bir eleştiride bulunmuşsa nasıl yapmalıyız diye davet
edilip söyledikleri tekrar tekrar dinlenip notlar alınmalı, ders çıkarılmalı,
yön tayin edilmelidir. Kaldı ki ben Emine Öğretmen’in konuşmasını yalnızca
iktidara değil muhalefete ve genel anlamda da vatandaşlara bir çağrı ve
eleştiri olarak algıladım. Her ne olursa olsun “Öğretmen derim önümü
iliklerim.” Herkese saygılar.
01.11.2023 hyetgin