DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU
DALYA- HASAN ALİ
KALAYOĞLU
En sevdikleri oyun
olmasına rağmen, aynı zamanda da en az oynadıkları oyundu dalya. Bunun da en
önemli nedeni, bizimki gibi küçük bir mahallede bir araya gelmesi zor ve
kalabalık bir çocuk grubuyla oynanmasının zorunlu olmasıydı. Ayrıca, o dönemde
pek bulunmayan yumruk büyüklüğünde içi dolu bir topla oynanmasının gerekli
olması da diğer bir nedendi.
Ama bugün hem topları vardı, hem de yeterli
sayıda oyuncuları. Topu Emin getirmişti. Babası ayakkabıcı olduğu için, artan
deri parçalarından dikmiş ve içini de kumaş ve deri parçalarıyla doldurmuştu.
Bu oyunda topun en fazla 5–6 cm çapında ve biraz da ağır olması gerekliydi.
Yoksa daha büyüklerini avuçları ile kavrayamayacaklarından istedikleri yere
atmaları güç olurdu.
Emin’in getirdiği top tam da istedikleri
gibiydi. O nedenle hemen sokağın bitimindeki arsaya koştular. Seyrek de olsa
oynadıktan sonra arsanın kenarındaki iğdenin altına sakladıkları tuğla
kırıkları bıraktıkları yerde duruyor olmalıydı. Gerçi alınmış da olsa sağdan
soldan hemen bulup getirirlerdi. Çünkü bütün evlerin çatıları oluklu tuğla ile
örtülüydü ve sonbahardaki tuğla aktarma döneminde kırık tuğlalar değiştirilip
atıldığı için her yer tuğla kırığı oluyordu.
Dalya tuğlaları, bıraktıkları yerde
duruyordu. Hemen alıp arsanın ortasına geldiler ve önce büyüklerinden başlayıp
üst üste yığarak 25–30 cm yüksekliğinde bir kule meydana getirdiler. İşte buna
“dalya” denirdi ve dalyanın mümkün olduğu kadar sağlam olması, kolay kolay
yıkılmaması gerekiyordu. Sonra da bunun 4–5 metre uzağına bir çizgi çizerek
topun dalyaya atılacağı yeri belirlediler.
Artık oyun için her şey tamamdı ve sıra
ekiplerin belirlenmesine gelmişti. İçlerinde diğerlerine göre daha büyük olan
Ali ve Yusuf ekip başkanı oldular ve yazı-tura ile oyuncuları hangisinin önce seçeceğini
belirlediler. Sonra da, oyunu daha iyi oynayacaklarına inandıkları
arkadaşlarını önce biri sonra diğeri sırayla yanlarına çağırarak ekiplerini
oluşturdular. Beşer kişilik ekipler hazırdı ve hemen kaynaşıp karşı takımı
nasıl yenebileceklerinin taktiklerini konuşmaya başladılar. Rakiplerinin
zayıf tarafları da fısıltıyla konuşulanlar arasındaydı.
Sıra oyuna hangi ekibin başlayacağının
belirlenmesine gelmişti. Bunun için yerden küçük bir tuğla parçası alan Mıstık,
bunun bir tarafına tükürerek başkanlara sordu:
-“Kim
yaş tarafını, kim kuru tarafını alıyor?”
Yaş tarafını Yusuf alınca kuru tarafı da
Ali’ye kaldı. Mıstık, taşı hızlıca havaya fırlattı ve hep birlikte düştüğü yere
koştuklarında, taşın kuru tarafının üste geldiğini gördüler. Bu durumda oyuna
Ali’nin ekibi başlayacaktı. Yusuf’un ekip de “ebe” olmuştu.
Ali’nin ekibinde en gözlekçi* olan
Selahattin’di. Bu nedenle çizginin başına en önce o geçti. Diğerleri ise çil
yavrusu gibi etrafa dağılarak dalya yıkılırsa karşı ekibin topla kendilerini vurmasına
karşı önlem aldılar. Ebe olan Yusuf’un ekibinde ise, topu en isabetli ve hızlı
atan vurucu elemanları Recep dalya başında yer alırken, diğerleri de karşı
ekibin oyuncularının yakın durarak Recep’in topu kendilerine pas olarak
attığında yakalayıp en yakındakini vurmaya hazırlandılar.
Selahattin, topu eline alarak çizgiye
dikildi. Kolunu ileri geri sallayarak nişan almaya çalışırken ortalıkta çıt
bile çıkmıyor, her iki ekip de heyecanla onun atışını bekliyorlardı. Tam topu
atacaktı ki, Recep eliyle dalyanın üstüne bir daire çizerek bağırmaya başladı:
-“Ortada
kuyu var, yandan geç.”
O, bunu sürekli tekrarlayıp Selahattin’in
dikkatini dağıtmaya çalışırken, Selahattin’in iyice nişanlayıp topu dalyaya
attı ve böylece de oyun başladı. Top dalyaya vurdu ama kiremitler hafifçe
sallanmasına rağmen yıkılmadı. Bu durum Ali’nin ekibinde en güvendikleri
arkadaşlarının boş çıkması nedeniyle üzüntü yaratırken, Yusuf’un ekip sevinçten
havalara zıplıyordu.
İkinci olarak topu alıp çizginin başına
geçen ekip başı Ali’ydi. O da büyük bir dikkatle nişan alıp topu dalyaya attı
ama ıska geçti. Üçüncü olarak, Muhittin geçti çizginin başına. O da deviremezse
geride kalanların dalyayı bile vuracaklarından hiç ümidi yoktu. Böyle bir
durumda Ali’nin ekibi “ebe” olacak ve diğer ekip dalyayı devirmeye çalışacaktı.
Bu nedenle çok dikkatli olmalı ve karşısında ona meydan okurcasına yükselen bu
kuleyi mutlaka vurup devirmeliydi. Topu Selahattin gibi yavaş atarsa dalyayı
vurma şansı artacak ama bu kez de dalya devrilmeyecekti. O nedenle topun hızını
da iyi ayarlamalıydı.
Herkesin büyük bir sessizlik içinde onu
izlediğini bilerek nişan alıp topu dalyaya doğru fırlattı. Yerden dalyaya doğru
hızla giden top, tam dalyanın yanına yaklaşınca yerdeki küçük bir taşa çarptı
ve havalanarak dalyanın tam tepesine vurdu. Yarısından sonrası sallanan
dalyanın en üstündeki üç kiremit parçası yere düşerken, vurulmak istemeyen
Muhittin, büyük bir hızla oradan uzaklaştı. Dalyanın başında bekleyen Recep,
topu alıp etrafına bakıncaya kadar Ali’nin ekibindeki herkes gerekli uzaklığa
ulaşmışlardı.
Recep isterse karşı ekipten birini vurmak
için topu doğrudan ona atabilir, isterse de daha uygun durumdaki kendi
arkadaşlarından birine pas olarak atıp onun atış yapmasını sağlayabilirdi.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, topun dalyadan uzaklaşması durumunda
karşı ekipten birinin gelerek kiremitleri yeniden dizmesiydi. Dalya dizme işi
tamamlandığı anda o oyun kazanılmış olurdu. Öyle ki dalyayı deviren ekipten
vurulmayan tek kişi bile kalsa, dalyayı dizmeyi başardığı anda bütün ekip oyunu
kazanmış sayılır ve yeniden dalyayı devirmek için atışlara başlardı. Yusuf’un
ekibinin ebelikten kurtulmasının tek yolu, ya herkesin dalyayı ıska geçmesi, ya
da yıkılan dalya yeniden dizilmeden karşı ekipteki herkesi top atışlarıyla vurarak
oyun dışı bırakmalarıydı.
Bu arada Recep’in gözü çevreyi kolluyordu.
Oyun arkadaşı Yusuf’un karşıdaki bir oyuncuya iyice yaklaştıktan sonra
kendisine topu atması için işaret ettiğini görür görmez topu hemen ona
fırlattı. Yusuf da topu tutar tutmaz kaçmaya çalışan Mıstık’ın sırtına
yapıştırdı. Hemen yeniden topa koşan Yusuf, aldığı topu çabucak dalya başındaki
Recep’e geri attı ama bu arada Muhittin gelerek düşen kiremitlerden ikisini
yeniden dizip geri kaçmıştı. Ali’nin ekipten bir oyuncu vurulmuştu ama
dizilecek sadece bir kiremitleri kaldığı için oyunu kazanmayı garanti
görüyorlardı. O kiremidi de yerine koydukları an 1-0 öne geçerek oyuna yeniden
başlama hakkı kazanacaklardı.
Recep, yakınına gelip geri kaçarak topu
kendisine atması için onu tahrik eden Ünal’ı gözüne kestirmişti. Başka tarafa
bakar gibi yaparak onun dikkatini dağıttıktan sonra, topu tüm gücüyle ona attı
ve kımıldamasına bile fırsat tanımadan göğsünden vurdu. Bu arada topun dalyadan
uzaklaştığını gören Ali hızla gelerek kalan tek kiremidi de en üste koydu ve
“dalyaaaaa” diye bağırdı. Ancak biraz acele etmişti ve son kiremidi dalyanın
üstüne biraz hızlı bırakmıştı. Dalya bir an dengede durur gibi oldu ama sonra
yana yattı ve en az 5-6 kiremit yere düştü. Bu durumu gören Ali’nin ekibi
yeniden kaçışırken hem dalyanın yıkılmasına, hem de iki arkadaşlarının
vurulmasına hayıflanıp duruyorlardı.
Recep, Ali’yi vururlarsa oyunu
kazanacaklarına inanıyordu. Bu nedenle de tüm dikkatini ona verdi. Ali de bunun
farkındaydı ve son bir hamle için kendini hazırlıyordu. Başka tarafa bakar gibi
yapıyor ama gözünü Recep’ten hiç ayırmadan topun kendisine atılacağı anı
bekliyordu. Recep, gafil avladığını düşünerek topu hızla ona fırlattı ama Ali
bunu beklediği için, birden dönerek gelen topu havada yakaladı. Eğer yakalamaya
çalışırken elinden düşürseydi vurulmuş sayılacaktı ama yakaladığı için avantaj
kazanmıştı. Şimdi isterse bu oyun içinde dalya dizilinceye kadar bir kez vurulursa
vurulmamış sayılıp oyuna devam edecek, isterse de vurulan bir arkadaşını oyuna
döndürebilecekti. Ali, vurularak kenarda bekleyen Mıstık’a dönerek oyuna
yeniden dönmesini istedi. Böylece, oyunu kendilerinin kazanma şanslarını
yeniden artırmış, arkadaşlarının morallerini de düzeltmişti. Eeee, ekip başı
olmak öyle kolay şey değildi hani.
O gün akşam oluncaya, hatta babaları eve
gelip de onları çağırıncaya kadar dalya oynadılar. Yorgunluktan kımıldayacak
halleri kalmamış, her tarafları terden sırılsıklam olmuştu ama buna değmişti.
Tatlı bir yorgunlukla evlere dağıldıklarında
hava kararmak üzereydi.
*gözlekçi:
nişancı