24 Nisan 2024 Çarşamba

23 Nisan 2024 Hıfzı Yetgin sohbeti

29 Mart 2024 Cuma

ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI İÇTENDİ. KORUYAMADIK

 

ANADOLU MÜSLÜMANI İÇTENDİ…KORUYAMADIK.      17.03.2024 Hıfzı Yetgin

Anadolu Müslümanlığının en temel özelliği, bu coğrafyanın insanı bilgisi olmadan peşinen inanır.  İnandığında da inanır vesselam. Öğrenmeye işin detayını bilerek inanayım demeye de pek çabası olmaz.   Akıllıdır. Ama aklı kullanma, araştırma yerine kendisine anlatılmasından hoşlanır. Yani “nakil yoluyla” bilgi sahibi olmayı tercih eder. Ama eğer inanmışsa bir kere o inanç içtendir.  İçtenlikte boyutları büyüktür.  Sınır tanımaz. İşte size bunun kanıtı diyebileceğimiz bir hikâye...

Henüz tarlada harmanda bahçede bostanda motor seslerinin olmadığı, her şeyin el emeği ile kazanıldığı kapalı köy ekonomisinin hüküm sürdüğü yıllarda... Bir rençperlikle uğraşan işinde gücünde bir yıl beş mevsim, günde 25 saat çalışan emmim bir dayım varmış.   Bizden biri yani… bu emmim bu dayım çalışmış, çalışmış, ekmiş, ekmiş, biçmiş, biçmiş sonra da toplamış tüm şapı samani harman yerine getirmiş. Öküzüylen, kömüşüylen, atıyla eşeğiyle günlerce haftalarca düven sürmüş, tınarları yığmış, rüzgar nöbetleri tutmuş, elinde yaba altı yöne döne döne tınar savurmuş… elemiş, ayıklamış o yana bu yana döndürmüş. Samanı deneyi ayırıp çeç yapmış. Kesmügünü de ayrı halletmiş. İşin önemli kısmını bitirmiş bir sevinç. İçinde  '"çok şükür, çoluğun çocuğun malın melalin yiyeceğini hazır ettik. Bu yıl da ekmeğimiz çıktı. Diye bir nefes almaya hazırlanırken… birden gök tıkırdamaya, harlayıp gürlemeye başlamış. Bizim ki, az bi işi kaldı. Artık buğdayı çuvala koyup- ambara taşıyınca, işin sonuna gelinecek… Çuvallar hazır, dört tekerleği de samanlığın böğründe çoluk çocuk da yanında bir yükte eşeğe sararsa iş tamam. Gökyüzüne dönmüş yalvarırcasına bakmış, ellerini açmış, yağmur yağacak gibi. Ama bilirki rızık var görüp durur koca yaradan. İçtenlikle seslenmiş. "Ya rabbim görürsün ki işin sonuna geldik. Az müsaade ver. Az sabret, az kaldı şu denenin çoğunu ambara birazını da herkile koyayım. Sonra istediğin kadar yağdır. Ağzını açanın ağzını yırt. Bak her şey ortada az bir müsaade, demiş. Demiş emme daha sözü bitmeden bir gürültü, bir patırtı, bir takırtı, bir şakırtı kopmuş kiiii… düşman başına . Bir şiddetli tufan dolu yağmur bir arada. Sular, seller, ortalığı kaplamış. Harman yerinde ne kadar dene, kaç hak, kaç yarım, kaç teneke ne var ne yok almış götürmüş. Yetmemiş bir de samanlığın saçağının damlalıklarının altına sığınmış garibim eşekçiğizi de sürüyüp götürmüş.   Kim ne etsin? Kime kimi anlatsın? Çaresiz bakmış bakmış gözlerinde yaş. Üzülmüş ki görülmez cinsten. Donmuş kalmış, dönmüş bakmış;  Sonrasında “Ya Rab, bunu bana etmeyeceğeydin. Dedim sana az müsaade diye ”diyebilmiş..

             Derken zaman geçmiş mübarek Ramazan ayı gelmiş çatmış. Bizimki çoluk çocuk uşak devşek  sahura kalkmışlar. Yemeklerini yemişler niyetlerini edip oruca başlamışlar. Ailenin öteki bireyleri bilinmez de gündüz olmuş öğlen vakti geçmiş, ikindiyi de aşmış iftara az bir zaman kala bizimki şu güllegini kaldırmış emziği ni da ağzına dayayıp lıkır -lakır suyu içmiş.  Orucu bozmuş yani. Sonra gökyüzüne yönelip başlamış inandığı ile konuşmaya.., "Ne o, kızdın değil mi?  Kızdın kızdın . Orucu bozdum diye kızdın. Daha dur… Seyret sen. Kurbanı bekleyeceğim. Vallahi bak eşeği de kurbana sayacağım" demiş...

              Şimdi dayım/emmimim imanını, inancındaki içtenliği sorgulayabilir misin? , Bilgisizliğinin Onu isyana sürüklediğini söyleyeceğiz. Her şey diyeceğiz. Tamam da Kendisini Tanrısına sitem edecek kadar yakın gördüğü için içtenliği apaçık ortada olan inancını sorgulayabilir miyiz?  Hiçbir koşulda buna hakkımız olmaz.

            Halkın cahilliğini kutsayanlar burada da mangalda kül bırakmayacaklar. Hadi oradan. Şu halkı aç bıraktık, açık bıraktık, tonlarca atığın, milyonlarca ton toprağın altına gömdük. Enkazlar da bıraktık. Kimselere ağzını açmadı. Sesini yükseltmedi. Şu Anadolu insanının saflığını koruyamadık. Yeniden kazandırabilmen için Anadolu kadar ömür gerekir.

Yazıklar olsun bize…                                                                     17.03.2024 hyetgin

 

19 Mart 2024 Salı

ÇANAKKALE- Mehmet Muzaffer'in Hikayesi -2024

26 Şubat 2024 Pazartesi

BİR HOLLANDALI İL İL GEZMİŞ YURDUMU

23 Şubat 2024 Cuma

GERÇEKLERİ SÖYLEMENİN BEDELİ OLABİLİR

 

GERÇEKLERİ SÖYLEMENİN BEDELİ OLABİLİR

Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur. Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...

*İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:

– Son sözün nedir?

Der ki:

– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...

Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:

– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.

Böylece papaz idam edilmekten kurtulur...

*Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:

– Demek istediğin en son söz nedir?

Der ki:

– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...

Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...

Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:

– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.

Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...

*Sıra fizikçiye gelir. Ona da

– Son sözünü söyle derler;

Der ki:

– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim.. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.

Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar..

Toplumdaki "düğümler" ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..

Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır..

ARTHUR SCHOPENHAUER

 


16 Şubat 2024 Cuma

DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU

  DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU

DALYA- HASAN ALİ KALAYOĞLU

 En sevdikleri oyun olmasına rağmen, aynı zamanda da en az oynadıkları oyundu dalya. Bunun da en önemli nedeni, bizimki gibi küçük bir mahallede bir araya gelmesi zor ve kalabalık bir çocuk grubuyla oynanmasının zorunlu olmasıydı. Ayrıca, o dönemde pek bulunmayan yumruk büyüklüğünde içi dolu bir topla oynanmasının gerekli olması da diğer bir nedendi.    

Ama bugün hem topları vardı, hem de yeterli sayıda oyuncuları. Topu Emin getirmişti. Babası ayakkabıcı olduğu için, artan deri parçalarından dikmiş ve içini de kumaş ve deri parçalarıyla doldurmuştu. Bu oyunda topun en fazla 5–6 cm çapında ve biraz da ağır olması gerekliydi. Yoksa daha büyüklerini avuçları ile kavrayamayacaklarından istedikleri yere atmaları güç olurdu.

 

Emin’in getirdiği top tam da istedikleri gibiydi. O nedenle hemen sokağın bitimindeki arsaya koştular. Seyrek de olsa oynadıktan sonra arsanın kenarındaki iğdenin altına sakladıkları tuğla kırıkları bıraktıkları yerde duruyor olmalıydı. Gerçi alınmış da olsa sağdan soldan hemen bulup getirirlerdi. Çünkü bütün evlerin çatıları oluklu tuğla ile örtülüydü ve sonbahardaki tuğla aktarma döneminde kırık tuğlalar değiştirilip atıldığı için her yer tuğla kırığı oluyordu.

Dalya tuğlaları, bıraktıkları yerde duruyordu. Hemen alıp arsanın ortasına geldiler ve önce büyüklerinden başlayıp üst üste yığarak 25–30 cm yüksekliğinde bir kule meydana getirdiler. İşte buna “dalya” denirdi ve dalyanın mümkün olduğu kadar sağlam olması, kolay kolay yıkılmaması gerekiyordu. Sonra da bunun 4–5 metre uzağına bir çizgi çizerek topun dalyaya atılacağı yeri belirlediler.

 Artık oyun için her şey tamamdı ve sıra ekiplerin belirlenmesine gelmişti. İçlerinde diğerlerine göre daha büyük olan Ali ve Yusuf ekip başkanı oldular ve yazı-tura ile oyuncuları hangisinin önce seçeceğini belirlediler. Sonra da, oyunu daha iyi oynayacaklarına inandıkları arkadaşlarını önce biri sonra diğeri sırayla yanlarına çağırarak ekiplerini oluşturdular. Beşer kişilik ekipler hazırdı ve hemen kaynaşıp karşı takımı nasıl yenebileceklerinin taktiklerini konuşmaya başladılar. Rakiplerinin zayıf tarafları da fısıltıyla konuşulanlar arasındaydı.

 Sıra oyuna hangi ekibin başlayacağının belirlenmesine gelmişti. Bunun için yerden küçük bir tuğla parçası alan Mıstık, bunun bir tarafına tükürerek başkanlara sordu:

          -“Kim yaş tarafını, kim kuru tarafını alıyor?”

Yaş tarafını Yusuf alınca kuru tarafı da Ali’ye kaldı. Mıstık, taşı hızlıca havaya fırlattı ve hep birlikte düştüğü yere koştuklarında, taşın kuru tarafının üste geldiğini gördüler. Bu durumda oyuna Ali’nin ekibi başlayacaktı. Yusuf’un ekip de “ebe” olmuştu.

 Ali’nin ekibinde en gözlekçi* olan Selahattin’di. Bu nedenle çizginin başına en önce o geçti. Diğerleri ise çil yavrusu gibi etrafa dağılarak dalya yıkılırsa karşı ekibin topla kendilerini vurmasına karşı önlem aldılar. Ebe olan Yusuf’un ekibinde ise, topu en isabetli ve hızlı atan vurucu elemanları Recep dalya başında yer alırken, diğerleri de karşı ekibin oyuncularının yakın durarak Recep’in topu kendilerine pas olarak attığında yakalayıp en yakındakini vurmaya hazırlandılar.

Selahattin, topu eline alarak çizgiye dikildi. Kolunu ileri geri sallayarak nişan almaya çalışırken ortalıkta çıt bile çıkmıyor, her iki ekip de heyecanla onun atışını bekliyorlardı. Tam topu atacaktı ki, Recep eliyle dalyanın üstüne bir daire çizerek bağırmaya başladı:

          -“Ortada kuyu var, yandan geç.”

O, bunu sürekli tekrarlayıp Selahattin’in dikkatini dağıtmaya çalışırken, Selahattin’in iyice nişanlayıp topu dalyaya attı ve böylece de oyun başladı. Top dalyaya vurdu ama kiremitler hafifçe sallanmasına rağmen yıkılmadı. Bu durum Ali’nin ekibinde en güvendikleri arkadaşlarının boş çıkması nedeniyle üzüntü yaratırken, Yusuf’un ekip sevinçten havalara zıplıyordu.

 İkinci olarak topu alıp çizginin başına geçen ekip başı Ali’ydi. O da büyük bir dikkatle nişan alıp topu dalyaya attı ama ıska geçti. Üçüncü olarak, Muhittin geçti çizginin başına. O da deviremezse geride kalanların dalyayı bile vuracaklarından hiç ümidi yoktu. Böyle bir durumda Ali’nin ekibi “ebe” olacak ve diğer ekip dalyayı devirmeye çalışacaktı. Bu nedenle çok dikkatli olmalı ve karşısında ona meydan okurcasına yükselen bu kuleyi mutlaka vurup devirmeliydi. Topu Selahattin gibi yavaş atarsa dalyayı vurma şansı artacak ama bu kez de dalya devrilmeyecekti. O nedenle topun hızını da iyi ayarlamalıydı.

 Herkesin büyük bir sessizlik içinde onu izlediğini bilerek nişan alıp topu dalyaya doğru fırlattı. Yerden dalyaya doğru hızla giden top, tam dalyanın yanına yaklaşınca yerdeki küçük bir taşa çarptı ve havalanarak dalyanın tam tepesine vurdu. Yarısından sonrası sallanan dalyanın en üstündeki üç kiremit parçası yere düşerken, vurulmak istemeyen Muhittin, büyük bir hızla oradan uzaklaştı. Dalyanın başında bekleyen Recep, topu alıp etrafına bakıncaya kadar Ali’nin ekibindeki herkes gerekli uzaklığa ulaşmışlardı.

 Recep isterse karşı ekipten birini vurmak için topu doğrudan ona atabilir, isterse de daha uygun durumdaki kendi arkadaşlarından birine pas olarak atıp onun atış yapmasını sağlayabilirdi. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, topun dalyadan uzaklaşması durumunda karşı ekipten birinin gelerek kiremitleri yeniden dizmesiydi. Dalya dizme işi tamamlandığı anda o oyun kazanılmış olurdu. Öyle ki dalyayı deviren ekipten vurulmayan tek kişi bile kalsa, dalyayı dizmeyi başardığı anda bütün ekip oyunu kazanmış sayılır ve yeniden dalyayı devirmek için atışlara başlardı. Yusuf’un ekibinin ebelikten kurtulmasının tek yolu, ya herkesin dalyayı ıska geçmesi, ya da yıkılan dalya yeniden dizilmeden karşı ekipteki herkesi top atışlarıyla vurarak oyun dışı bırakmalarıydı.

 Bu arada Recep’in gözü çevreyi kolluyordu. Oyun arkadaşı Yusuf’un karşıdaki bir oyuncuya iyice yaklaştıktan sonra kendisine topu atması için işaret ettiğini görür görmez topu hemen ona fırlattı. Yusuf da topu tutar tutmaz kaçmaya çalışan Mıstık’ın sırtına yapıştırdı. Hemen yeniden topa koşan Yusuf, aldığı topu çabucak dalya başındaki Recep’e geri attı ama bu arada Muhittin gelerek düşen kiremitlerden ikisini yeniden dizip geri kaçmıştı. Ali’nin ekipten bir oyuncu vurulmuştu ama dizilecek sadece bir kiremitleri kaldığı için oyunu kazanmayı garanti görüyorlardı. O kiremidi de yerine koydukları an 1-0 öne geçerek oyuna yeniden başlama hakkı kazanacaklardı.

 Recep, yakınına gelip geri kaçarak topu kendisine atması için onu tahrik eden Ünal’ı gözüne kestirmişti. Başka tarafa bakar gibi yaparak onun dikkatini dağıttıktan sonra, topu tüm gücüyle ona attı ve kımıldamasına bile fırsat tanımadan göğsünden vurdu. Bu arada topun dalyadan uzaklaştığını gören Ali hızla gelerek kalan tek kiremidi de en üste koydu ve “dalyaaaaa” diye bağırdı. Ancak biraz acele etmişti ve son kiremidi dalyanın üstüne biraz hızlı bırakmıştı. Dalya bir an dengede durur gibi oldu ama sonra yana yattı ve en az 5-6 kiremit yere düştü. Bu durumu gören Ali’nin ekibi yeniden kaçışırken hem dalyanın yıkılmasına, hem de iki arkadaşlarının vurulmasına hayıflanıp duruyorlardı.

 Recep, Ali’yi vururlarsa oyunu kazanacaklarına inanıyordu. Bu nedenle de tüm dikkatini ona verdi. Ali de bunun farkındaydı ve son bir hamle için kendini hazırlıyordu. Başka tarafa bakar gibi yapıyor ama gözünü Recep’ten hiç ayırmadan topun kendisine atılacağı anı bekliyordu. Recep, gafil avladığını düşünerek topu hızla ona fırlattı ama Ali bunu beklediği için, birden dönerek gelen topu havada yakaladı. Eğer yakalamaya çalışırken elinden düşürseydi vurulmuş sayılacaktı ama yakaladığı için avantaj kazanmıştı. Şimdi isterse bu oyun içinde dalya dizilinceye kadar bir kez vurulursa vurulmamış sayılıp oyuna devam edecek, isterse de vurulan bir arkadaşını oyuna döndürebilecekti. Ali, vurularak kenarda bekleyen Mıstık’a dönerek oyuna yeniden dönmesini istedi. Böylece, oyunu kendilerinin kazanma şanslarını yeniden artırmış, arkadaşlarının morallerini de düzeltmişti. Eeee, ekip başı olmak öyle kolay şey değildi hani.

O gün akşam oluncaya, hatta babaları eve gelip de onları çağırıncaya kadar dalya oynadılar. Yorgunluktan kımıldayacak halleri kalmamış, her tarafları terden sırılsıklam olmuştu ama buna değmişti.

 Tatlı bir yorgunlukla evlere dağıldıklarında hava kararmak üzereydi.

 *gözlekçi: nişancı

wwwmowjeldohacombordersqx5


17 Ocak 2024 Çarşamba

BÜYÜK ATATÜRK ALBÜMÜ

BÜYÜK ATATÜRK ALBÜMÜ

Cumhuriyet tarihimizin en değerli koleksiyonerlerinden, aydın insanlarından Hanri Benazus ayrıldı aramızdan… Bizlere miras olarak bıraktığı fotoğraf koleksiyonu ve kitaplarıyla ülkemizin hafızasına en değerli katkıyı yapmıştır… Ruhu şad olsun, ışığı yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor… #hanribenazus

14 Ocak 2024 Pazar

CUMHURİYETİN 100 DEĞERİ

https://100deger.koc.com.tr/?sirala=yil https://100deger.koc.com.tr/?sirala=yil

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Premium Wordpress Themes