30 Aralık 2013 Pazartesi

ÇOKLU ZEKA TESTİ-2

ÇOKLU ZEKA TESTİ


Optimist Çoklu Zeka Testi, diğer tüm hesaplama araçları için hesaplabakalim.com

         

13 Aralık 2013 Cuma

OKULLARIMIZDAN

 
  Bu hafta Bucak Fatih Sultan Mehmet İlkokulu ve Mimar Sinan Ortaokulunda çalıştık. Her iki okulumuzda aynı binayı kullanıyor. İlk girişte hemen  sanat müzesi konseptinde bir mekana girdiğinizi hissediyorsunuz. Yüzlerce Bucak fotoğrafı bir araya getirilmiş. Yönetici ve öğretmenlerine teşekkür ederim




11 Aralık 2013 Çarşamba

M.Erdeğer  öğretmenin 10.12.2013 günü dersliğindeki tahtada elyazısı. Öğrencilerinin yazıları da oldukça başarılıydı. Özeni, emeği ve çabası için teşekkür ediyorum. Hıfzı Yetgin

23 Ekim 2013 Çarşamba

10 Future Technologies That Already Exist

22 Ekim 2013 Salı

İNSANLAR İKİYE AYRILIR

İNSANLAR İKİYE AYRILIR
İnsanlar ikiye ayrılırlar:
Başkaları için yaşayanlar,
Başkaları sayesinde yaşayanlar.
Sorun olanlar, çözüm olanlar…
Ümit kıranlar, ümit verenler…
Dert üretenler, deva üretenler…
Şikayet edenler, çare bulanlar…
Aynı havayı soluyan,
Aynı sıkıntıyı yaşayan,
Aynı sevince ortak olan iki insandan biri dert küpü olur çıkar, diğeri deva küpü.
Biri şikayet üretir, öbürü çare.
Biri yük olur, öbürü yük taşır....

John Steinbeck

MAGNETIC FAN -Arvin GUPTA

21 Ekim 2013 Pazartesi

ORTAK AKLI KULLAN,GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİR




16 Ekim 2013 Çarşamba

YILKI ATLARI

1950 küsurlu çocukluk yıllarımda bizim de bir iki binek atımız vardı. 1979 kadar da atımız hep olmuştu. Tüm komşu köylülerimizle birlikte bu atları Mayıs sonu gibi Ilgaz yamaçlarına yaylaya bırakır dönerdik. Bir iki ay içerisinde yabancılaşırlardı. Ekim kasım aylarında da bir kaç gün izlerini sürer ve yakalayıp yeniden getirirdik. Kısa sürede de yeniden evcilleşirlerdi.
http://www.modernyapimlar.com/portfolio/yilki-atlari-3-bolum/

9 Ekim 2013 Çarşamba

Pavlovun köpeği

21 Temmuz 2013 Pazar

Jean de La Fontaine

Jean de La Fontaine'nin "aptal karga" tiplemesi çökmüş...

30 Mayıs 2013 Perşembe

ÖDEVLER KONUSU-1999

ÖDEVLER KONUSU-1

Ödevler konusunda 1999 yılında yazılmış bir yazımı yeniden paylaşıyorum. Hıfzı YETGİN 
Son yıllarda ödevler konusunda yoğun bir tartışma ya¬şamaktayız. Konu "ödevsiz eğitim olmazcılarla", Ödev de neymiş canımcılar" arasında zaman zaman sertliğe varacak biçimde tartışılıyor. Çoğunluğu oluşturan 3. Grupta bu tartışmaya, Hoca Nasrettin'in "sen de haklısın" fıkrasındakine benzer bir anlayışla katılıyor.
Bu güne değin olayın tartışılmasına pek tanık olmuyorduk. Şimdi öğretmenlerimizin tartışmaya başlaması, elbette olumlu. Bu olayın tartışılmaya başlamasına doğrunun bulunacağının da işareti diye bakanlar¬danım. Tanık oldu¬ğum bir kaç tartışma bende tartışmanın biraz eğitim bilimi bulgularından uzak yapıldığı gibi bir kanı uyandırdı.
Bazı öğretmenlerimizde nasıl geliştiğini anlayamadı¬ğım, aşırı bir ödev düşmanlığı gelişirken, bazı öğretmenlerimizde de "ödevsiz hiçbir şey olmaz" anlayışının pekişmekte olduğu gözleniyor. Toplum olarak yaşadığımız pek çok durumdaki "ifrat-tefrit" yaklaşımı burada da kendisini gösteriyor. Tartışmada hep uç örneklerin ele alınması da marjinalleşmeyi doğuruyor.
Bu konuda üst yöneticilerin genel anlamda, genelge, yönerge ve yönetmelikler düzeyinde yaklaşımları olumlu.
Öğretmen yetiştiren kurumlarımızın ise; öğretmen adaylarına istenilen formasyonu kazandırmada pek başarı¬lı olduklarım söyleyebilmek biraz zor. En azından benim karşılaştığım genç öğretmenlerimiz bende böyle bir izle¬nim bıraktılar.
Ödev nedir? sorusunun cevabını araştırarak yazımızı sürdürelim.
Öğrencilere olumlu bilgi, beceri, değer duygusu ideal ve bu yönlerde alışkanlıklar kazandırma. Kazandıkları bilgi, be¬ceri, değer duygusu, ideal ve alışkanlıkları pekiş¬tirme, onları metotlu düşünmeye yöneltme,öğrenme şevk ve heyecanlarını arttırmaya dönük olarak ihtiyaç duyulduğunda öğrencinin bulunduğu düzey dikkate alınarak öğrenciye yaptırılacak veya bizzat öğrenci tarafından ilgi duyduğu konuda yapılacak çalışmalardır Denilebilir.
Her tanımda olduğu gibi bu tanımda, kuşkusuz ödevi tam olarak anlatmaz. Doğal olarak burada konu-muz, genel anlamda ödev konuşu değil, okullarımızda uygulanan bir eğitim-öğretim yöntemi olan çalışmadan söz ediyoruz elbette. Öyle ise eğitim nedir, eğitimin de çok değişik tanımlarına rastlıyoruz. Ama en yaygın ve sık kullanılan tanım olarak, eğitime; bireyde isten¬dik değişiklikler oluşturma sü¬recidir. Denilebilir. Psikoloji bilimine göre, insan davranışlarının hemen hemen tamamına yakını sonradan kazanılan davranışlardır. Doğuştan davranış getirme özelliği evrimin alt basamaklarında bulunan canlılara aittir. İnsanlardaki tüm davranış ve tepkilerin yine hemen hepsi tekrarlarla, alıştırmalarla kazınılmışlardır. İnsanlar bu davranış ve tepkileri doğuştan getirmediklerine göre, bunların kazanılması gerek aile, gerek toplum ve gerekse okul eğitimi ile mümkün olmaktadır.
Eğitim; aile, toplum ve okulun ortaklaşa yürüttükleri bir etkinlikler zincirinden oluşmaktadır. Öyle olunca da bu üçlünün birbirlerini destekleme oranları doğal olarak eğitimin niteliğini etkilemektedir. Okulun görevinin çocuğu hayata hazırlama olduğu da dikkate alınırsa, şu halde salt okulla sınırlı bir eğitim elbette ki kısır kalacaktır. Hatta bugün küçülen dünyada dün uzak çevre diye sayılan pek çok özellik artık “ yakın çevre” sayılır olmuştur. 
21.yüzyılda okulun, yalnızca sınıfla sınırlı bir eğitimle insanda istendik değişiklikleri oluşturabilmesi de mümkün değildir. Bunun için okul dışı etkinliklerde de öğrencinin yönlendirilmesi gerekecektir. Ancak bu yönlendirmenin içerik, biçim ve kapsamı çocuğa göre olmak zorundadır.
Çocuğa göre olmak koşulu ile ödevin günümüzde de yadsınmaması gereken bir çalışma biçimi olarak kabul edilmesi gerektiği düşünülmelidir. Burada çocuğa gö-relik ilkesinin özellikle altı çizilmelidir. Aksi taktirde bilgi, beceri, değer duygusu ideal ve alışkanlıkları sonradan kazanan canlı durumundaki insanı bu kez bu sayılanların olumsuzuna yöneltmekte söz konusu olabilir. Savaş-barış,sevgi-nefret çelişmeleri gibi.
Daha önce çalıştığım illerden birisinde bir komşu-muz vardı. Bu komşumuzun oğlu ortaokula başlamıştır. Baba bir kamu bankasında müdürlük yapıyordu. Bir akşam çok üzgün bir durumda ziyaretime geldiler. Ve başlarından geçen bir ödev hikayesi anlattılar. Çocuklarının resim iş öğretmeni ortaokul 1. Sınıflara "herkes bir sonraki derse kümes yapıp gelecek" diye bir ödev verir. Çocuk akşam eve geldiğinde ödevi babaya anlatır. Baba da oğlum kümes olmaz, kafes olabilir, der. Çocuk ısrar eder kafes değil, kümes, di¬ye de babaya çıkışır. O gün olayın üzerinde fazla durulmaz. Ertesi günde çocuk konuyu daha önce babaya söylediği için (sanki ödev babaya verildi. ) o rahatlıkla tekrar gündeme getirmez. Nasıl olsa baba bir çözüm bulacaktır. Derken ödevin okula götürüleceği günün akşamı olur. Baba işten yorulmuş bir şekilde eve gelir. Çocuk kümesin yapılmasını ister. Evde tahta, çivi, keser, testere vb.
Araç-gereç yoktur. Baba arabasına biner bir marangoz atölyesine gider. Oradan biraz çıta, çivi, ödünç keser, testere alıp eve gelir. Böyle ödev veren öğretmene, kendisine verilen ödevi babasına yaptıran çocuğa da türküler söyleyerek başlar çıtaları çakmaya. Bu arada alt komşudan da birkaç kez gürültü yaptıkları için uyarı alırlar. Derken kümes biter. Ertesi günü çocuk okula gider. Ama kümesi götüremez. Öğretmen sıra ile her öğrenci-sinin yaptığı kümes, kafes karışımı ödevlere tek tek bakar. Sıra bizim komşunun oğluna gelince, seslice çıkışır. -Neden ödevini yapmadın? Çocuk,
-Yaptım öğretmenim.
- Neden getirmedin o halde? 
- Öğretmenim yaptık. Ama sabahleyin kümesi evden çıkaramadım. Ne kapıya, ne de pencereye sığmadı. O nedenle getirmedim. Ama kümes evin salonunda duruyor, der.
Olay anlatıldığında herkes kahkaha ile gülmeye başlamıştı. Ben gülemedim. Kıpkırmızı olmuş öylece kala-kalmıştım. Bir hayli de mahcup olduğumu hatırlarım. El-bette ortaokul 1. Sınıf öğrencisine kümes yapma ödevi verilirse ödev evde kalmaya mahkumdur. O Ödev öğrenciye değil öğrencinin babasına hatta pek çok kişi için o ödev bir marangoza verilen ödev olur. Öncelikle görevimiz öğrencilerin eğitimi olduğuna göre babaya kümes yaptırmak, marangoza kümes ödevi vermek gibi bir çalışma tarzımız olmamalıdır. Elbette ki bu olumsuz bir örnek, ama çevremizde konuşulanlara kulak verdiğimizde, annenin yaptığı pek çok resim, Babanın çözdüğü pek çok problem, ağabeyin, ablanın yazdığı bir hayli yazım ödevlerini epeyce duyarız.
Bu tür örneklerde olumsuz tepki almamıza yol aç-maktadır. Ve bu tepkilere de haksız tepkiler diyebilmek zordur. Bu tepkileri göğüslemekte zorlanan epeyce meslektaşımızın da "ödev de neymiş canım" anlayışına varmalarına yol açarız.
Eğitim işiyle uğraşan, bu işin bilincinde olan kişiler olarak ödev konusunda öğretmen yetiştiren kurumlarımıza. Bakanlık yetkililerimize, yöneticilerimize, müfettişlerimize ve bizzat öğretmenlerimize birbirimizi eğitme görevi düşmektedir. Aksi takdirde esen cereyana göre bir dönem ölçüsüz bir ödeve yüklenme, bir dönem tümüyle ödevden kaçma gibi kafamızı bir o duvara, bir bu duvara vurmaktan kurtulamayız. Bu arada da olan elbette hiçbir kusuru bulunmayan öğrencilerimize olmaktadır.
Pek çok meslektaşımız bizzat kendi yaşantılarından bilirler ki; ödev öğrencinin eğitiminde öğrenmenin gerçekleşme sürecinde önemli yere sahip bir öğretim tekniğidir. Öğrencilerin .verilen konuları kavramasında, edinilen bilgi ve becerilerin yeni durumlara transferlerinde,kazandırılacak kazanımların benimsenmesinde yabana atılamayacak rol oynamaktadır. Öğrencinin kendi yeteneklerini, yine kendisinin tanımasına fırsat tanımaktadır. Öğrencilerde kendine güven duyma, bağımsız iş yapabilme, kendi kendisine karar verebilme yeteneğini geliştirmektedir. Sorumluluk alma, alınan sorumluluğu yerine getirme, inceleme ve araştırma duygularının gelişmesinde katkı sağlamaktadır.
Ancak ödevin bu yararları sağlayabilmesi, etkili bir Öğretim tekniği olarak kullanılabilmesi, ödevlerin çocuğa görelik ilkesine uygun özelliklere sahip olmasına bağlıdır. Eğer “… sayfadaki 13.problemi çöz gel” denilirse bunun adı ödev olmaz. Bunun adı ya mesleki bilmezlik, ya da yanlış bilirlik olabilir. Bu tür "ödev"ler öğrencinin öğrenme isteğini köreltir. Öğrencinin kendisine güvensiz, kararsız bir kişiliğe bürünmesine yol açar. Zaten bu tür "ödevlerin" pek çoğunu da öğrenci değil, anne, baba yapmaktadırlar. Dolayısı ile bu tür çalışmalar gereksiz bir etkinlik, öğretmenin, hem öğrenci ve hem de veli tarafından düşüncesizlikle suçlanmasından öteyede bir özellik taşımayacaktır.
Öyle ise şimdi de ödevde bulunması gereken özellikleri sıralayalım İyi bir ödev;
1- Çocuğun ilgi ve Ihtiyaçlarına yönelik bir içeriğe sahip ol¬malıdır,
2- Öğrencinin öğrenme arzusunu kamçılayıcı olmalıdır.
3- Öğrencinin öğrenme ve heyecanım geliştirici olmalıdır.
4- Öğrenciyi inceleme ve araştırmaya yöneltmelidir.
5- Öğrencinin muhakeme edebilme becerisine katkı sağla¬malı, yaratıcılığı beslemelidir.
6- Öğrencide, olumlu bir davranış, beceri, değer duygusu, bilgi, ülkü ve alışkanlıkla sonuçlanan özellikler taşımalıdır.
7- Öğrencinin tartışabilmesine, som sorabilmesine hizmet etmelidir.
8- Öğrenciyi ürkütücü ve bıkkınlık verici özellik taşımamak dır,
9- Öğrencinin başarı ile tamamlayabileceği güçlükte olmalıdır.
10- Öğrencinin düşünebilme ufkunu genişletici ve düzen¬li çalışma alışkanlığım kazandırıcı özelliğe sahip olmalıdır.
11- Öğrencinin kaynak kitaplardan, harita, sözlük, indeks, kütüphane canlı kaynaklar vb.den faydalanabilme beceri-sinin yerleşmesine hizmet etmelidir,
12- Öğrencinin güzel sanatları sevmesine bu konularda da ilgilenmesine, özendirici olmalıdır.
13- Öğrencinin öğrenme aşamaları olan bilgi edinme, anlama, uygulama analiz, sentez ve değerlendirme basamaklarını gerçekleştirebileceği bir özellik taşımalıdır.
14- Önceden saptanmış ve planlanmış olumlu bir amaca hizmet etmelidir.
15- Çocuğun ve çevrenin hem eğitim ve hem de fiziki koşullarına uygun özellik taşımalıdır. Bu Özelliklere uygun ödev konulan neler olabilir? Hayatın içerisinde yer alan her konu ; Çocuğa görelik ve beceri ilkesine sadık kalınmak koşulu ile gerek mihver ve gerekse anlatım konularına bağlı olarak ödev konusu oluşturabilir. Ancak yukarıda sayılan özelliklere uygunluktan ödün verilmemelidir.
Bu özelliklere uygun ödev şunlar olabilir diye bir sınır çizmek elbette uygun olmaz. Ama Birkaç örnek sıralamakta yanlış olmaz. 
a-Çevrede bulunan canlılar bitkiler, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, tarihi ve turistik yerler, sosyal, kültürel, sanayi ve ticari kurumların tanınmasına yönelik gözlem ve inceleme konuları,
b- Çocuğun seviyesine uygun okuma ve yazma çalışmaları(roman, hikaye,masal,şiir,fıkra,sanat yazıları) vb.
c- Fotoğraf, resim.grafik,kroki,vb, Anlatım teknikleri,
d- Koleksiyon çalışmaları,
e- Ekolojik denge ve çevre korumaya dönük gözlem ve inceleme çalışmaları,
f- Doğa olaylarını kavramaya yönelik gözlem ve inceleme çalışmaları,(Ay'ın gözlenmesi, bir ay süre ite her akşam gök yüzünde ay ne şekil almışsa onun şeklinin çizilmesi,) gibi.
g- Öğrencinin düşünme ufuklarını geliştirici ve genişletici çalışmalar.( konularla bağ kurulmak üzere)
1- Karıncalar yüklerin! nasıl taşırlar.? Gözleyelim Neden?
2- Koyun, keçi,inek,manda gibi hayvanlar yatarlarken önce hangi ayaklarım bükerler. Niçin?
3- Traktörlerin ön lastikleri neden küçüktür,?
4- Bisikletin çamurluğu ne işe yarar.?
5- Kırsal kesimde: “çamurlu bir tarlada atlarla mı kolay çift sürülür, yoksa öküzlerle mi”, neden?
6- Kuşlar uçarken ayaklarım hangi yöne uzatırlar, bunun bir sebebi olabilir mi?
7- Gölde yüzen ördekler gördüm. Biri ikisinin önündeydi. Biri ikisinin ortasındaydı. Biri ikisinin arkasındaydı. Acaba gölde kaç ördek vardı.?
8- Küçük piknik tüplerin üzerindeki, tencere konulan tabla, neden üç ayaklıdır.
9- Uçurtma neden rüzgara karşı tutulur. Bundan faydalanarak insanlar hangi araçları geliştirmişlerdir?
10- Arabaların ön kısımları (burun) neden daha dar ve ba¬sıktır.
11-Cam kavanozun içerisine konulan mum, kavanozun ağ¬zı açık iken normal yandığı halde, kapağı kapanınca da yanmaya devam eder mi?
12- İçi ağzına kadar su dolu bir bardağın ağzına kağıt kapatıp ters çevirdiğimizde ne oluyor?, Su neden dökülmüyor?
Ödevler öğrencinin sevincini, öğrenme istek ve şevkini öldürecek kadar yüklü olmamalıdır. Onları düşünmeye yöneltecek ve mutlu kılacak özellik taşımalıdır. Eğer ödev verildiği ile kalır, öğrencinin öğrenme arzusunu kamçılamaz, onun yeni öğrenme kapılarını aralamasına yol açmaz ise amaca hizmet etmiyor demektir. 
Ödev, öğrencinin kendi kendisine cevapları bulurken yine kendi kendisine yeni sorular sorabilmesine de olanak sağlamalıdır. İ.H.Baltacıoğlu bu özelliği çok güzel açıklamaktadır. "Sorma var, kendisine sorulan sorular adamın kafasını işletir. Öyle sorular var ki onlara kısaca ve makine gibi cevaplar vermekle kalmayız. Onların etkisiyle çalışmaya, olayların içine derinliklerine girmeye çalışırız."
İşte ödev sorularında bu özelliğin bulunması; yaratıcılığı geliştirecek, üretkenliği artıracaktır. Yoksa Lütfi Öztabağ hocamın dediği gibi "yalnız basına tekrar kör tekrardır. Öğrenmeyi geliştirmez. Bu bakıma öğrenilmiş bilgilerin pekiştirilmesinde tekrarların, anlamı olan hedeflere yöneltilmiş olması gerekir." Burada tekrarın, anlamı olan hedeflere yöneltilmesinin amacı, üzerinde bilgi düzeyinde durulan hususun içsel davranış haline getirebilmesidir. Çocuk bir hususu içsel davranış olarak gösterebiliyorsa öğrenmiş demektir. Yüzmeyi anlatabilmesi yüzmeyi, bisiklete binmeyi anlatabilmesi bisiklete binmeyi bildiğini göstermez. Eğer yüzebiliyorsa, bisiklete binip düşme¬den gidebiliyorsa bunları öğrenmiş demektir. Bunları yalnızca sözlü olarak sayabilmesi bazı sembollerin söze tahvilinden öte bir anlam taşımaz.
Buraya kadar, ödevlerde bulunması gerekli niteliklerin bir kısmını anlatmaya çalıştık. Şimdi de ödevin verilişinde göz önünde bulundurulması gerekli bazı özellikleri sıralamaya çalışalım;
1 - Nasıl ki eğitim-öğretim çalınmaları rast gele yapılan bir çalışma değilse, onun ayrılmaz parçalarından birisi olması gereken ödev çalışması da planlı bir etkinlik olmalıdır. 
2- Ödev, ödev verilmiş olmak için verilmez. Bir amaca hizmet etmelidir, yani ödevin amacı belirlenmelidir.
3- Ödevin konusu ve süresi, öğrenciye açık olarak bildirilmelidir.
4- Yararlanılacak kaynaklar duyurulmalı, bu kaynaklar öğrencinin ulaşabileceği kaynaklar olmalıdır,
5- Ödevler öğretmen tarafından mutlaka değerlendirilmeli, her öğrencinin çalışması ile ilgili düşünceler belirtilmelidir. Ödevlerin değerlendirilmesinde beğenme hususunda cimri davranılmamalıdır. Öğrencilerin başarılı yanları öne çıkarılmalı, öğrenci yüreklendirilmelidir. Bunun yanında uygun cümlelerle olumsuz yanlar da belirtilmelidir. Özetlersek, ödev öğrenmenin önemli parçalarından birisidir. Öğrenciyi, sabahtan aksama, akşamdan sabaha nefes almadan ödevden ödeve koşturma ne denli zararlı ise " ödev de neymiş" anlayışı da o kadar yanlıştır. Eğitim biliminin bulguları bu konuda yol gösterici olmalıdır. Hıfzı Yetgin-1999

22 Nisan 2013 Pazartesi

23 NİSAN...

1951 yılında doğmuş olsam da değerlendirecek yeterlikte kişisel yaşantıya sahip değilim. O nedenle köy enstitülerini, 1948 programını değerlendirme dışı tutarak söylüyorum ki; Ülkemin 40 yılı sürekli arayış ve karar verip caymalarla geçti. 1968 programını uygulayan her sınıf öğretmeni PDR ciydi. Özgüveni yüksek insan temel alınıyor ve grup çalışmaları ile insanın sosyal yanı destekleniyordu. Bu programın eleştirilebilecek yanı davranışçı yaklaşımı azıcık kutsamasıydı. Giderek yönlendirmeyi keşfetmeye başladık. Kredili sistem yönlendirmeye başlamak için çok güzeldi. Sabredemedik ya da sabrettirilmedik.Peşinden Biz öğretmenimize "güveniriz" dedik ve süper liseleri başlattık. Ama güvendiğimiz öğretmeni destekleyemedik. Kredili sistemi 1999 daki yönlendirme yönergesiyle buluşturabilseydik. Süper lise uygulamasında öğretmeni kişisel gelişimlerine yatırım yapabilecek bakış ve bunu sağlayabilecek ekonomiye kavuşturabilseydik. Yapılandırmacı yaklaşım temelli programlarımızı hazırlarken 1968 programının her öğretmen PDRci olmalı bakışından kopmayabilseydik. 1968 programlarındaki davranışcılığı kutsamayı törpüleyip yapılandırmacı yaklaşımla bu anlayışı kaynaştırabilseydik. F@tih (farkındalığı artırma teknolojiyi iyileştirme hareketi) projesini başlatırken işe İl-İlçe yöneticilerinden (Vali,Kaymakam ve diğer tüm il-ilçe müdürleri ve hemen tüm okul yöneticileri ve öğretmenler) eş zamanlı eğiterek işe başlayabilseydik. İddia ediyorum. Dünya'nın bizi yakalamak için çoook koşması gerekirdi. Vurduk tekmeyi hepsini bir bir yokettik. Anlaşıldı yoketme görevimiz mizyon-vizyon dengesi içerisinde devam ediyor. Artık tevazuyu bıraktım. Allah aşkına biri de çıksın bir kerecik bu hususları bilen var mı diye bir sorsun...23 Nisan günlerinde vali kaymakam, cumhurbaşakanı ve bakanların koltuğuna şakacıktan oturtulan çocukların öz güvenlerine yaptığımız katkı, onlarca yılın eğitimiyle kazandırılamayacak derecede önemli bir işti. Kimler önerdiyse ve onlarca eğitim fakültesinin bir o kadar dekanın dan bile tek kişi bile çıkıp ; " ALLAH AŞKINA YAPMAYIN BU ÇOCUKLARDA ALLAHIN KULU" diyecek tek "KİŞİ" çıkmamışsa ! "yapmayın" "cehalet" ancak bu kadar dışa yansıtılır deyip bırakacağım sözümü... Yarın 23 Nisan'ın benim için önemi; çocukların şakacıktan Cumhurbaşkanı, bakan, vali, kaymakam, müdür olabilmeleriydi. Şimdi olamıyorlarsa kimse kusura bakmasın. Uğurlar ola...

3 Ocak 2013 Perşembe


             ÖĞRETMEN
 İyi öğretmen olunuz ! İyi öğretmen olunuz denilince hemen iyi öğretmen olunamıyor. İyi öğretmen olabil­mek başka şeylerin yanı sıra bizzat öğretmen adının sahibinin de iyi öğret­men olma arzusu taşıyor olması gerekiyor.
  Bazıları "Sürücü belgesi olan kişiye otomobil kul­lanmayı biliyor musun? diye sormak nasıl "abesle iştigal” ise öğretmenlik diploması olan kişinin de iyi öğretmen olup olmadığını değerlendirmek, yargıya varmaya çalışmak, öylesine bir "iştigaldir" diyorlar. Demesine diyorlar da; hayatı belirleyen tek başına kişilerin düşünceleri olmuyor. Zaten olmamasını da yadsımamak gerekiyor.Niye ? zira; Çoğu zaman düşünceler de subjektiflik içeriyor. Ama bunun da doğal sayılması  gerekiyor.
Öğretmenlik işi “sürücülük” işi gibi  bir örnekle karşılaştırma götürmeyecek kadar hem önemli hem de eniyle de boyuyla da çok boyutlu bir iş. Dünyada yaşanan kesintisiz gelişme mesleki olarak  sürekli yenilenmeyi ge­rektiriyor.
İşi eğitim olan öğretmen, öğrencilerinin yapılanmaları ile uğraşırken, kendi eğitiminin gereklerini, eğiti­min dışında tutma gibi bir sapma gösteremez. Böyle bir yanlışa saplanamaz. Öğret­men için mesleki yeteneklerini geliştirmek, alanında ustalaşmak, eğitim biliminin birikimini kavrayabilmek, aynı zamanda kavrayabildiklerini uygu­layabilmekle doğru orantılıdır.
Öğretmenin kendisinin eğitimine sığ bakması, bunu eğitimin niteliğinin bütününden koparması, her gün geometrik artışla gelişmeler kaydeden, her alandaki gelişmelere paralel bir rotada gelişen eği­tim biliminin bulgularından uzak durma sonucunu doğurur ki, buda öğretmenin karşılaştığı pek çok güçlük karşısında çözümsüz kalmasına, en azından yeterli etkileşmeyi sağlayamamasına yol açar.
Öğretmenin kendisini yüzeysel bir birikimle sınırlı bırakması, uygulama ufkunu da sınırlı bıra­kır. Öğretmenin yetkinleşmesi, çaplı bir inceleme, öğrenme tutkusu ve edindiği bilgiyi uygulamaya koyması ile mümkündür. Öğretmen öğrencilerini keşfederek öğrenmeye yönlendirirken kendi gelişmesini de sınırlamamalıdır. Mesleki olarak da bilimsel nite­liği olan bilgiyi kavramalı ve bunu uygulamaya koymalıdır. Hiçbir koşulda bilimsellikten ve alanının somut gerçeklerinden uzaklaşmamalıdır.
En geniş anlamda bilimsel nitelikli bilgi birikimi olmadan, eğitimin sağlıklı yürütülebilmesi de mümkün değildir. Birincisinin olması ikincisini kolay kılar. Ama birincisinin yokluğu ikincisini kesinlikle olmaz kılar. Var olanla yetinmek "Olduğu kadar olur" gibi bir anlayışa sığınmak 21.yy. öğretmeninin duruşu ola­maz. Eğitim alanındaki bilimsel nitelikli bilgi birikimi olmadan, sağlıklı bir eğitim çalışmasının olama­yacağı gerçeği, yalnızca zaman zaman konuşulan bir söylem olmamalıdır. Bu husus çağın öğretmenin yaşamına yön veren bir ışık ve hatta onun bir yaşama biçimi gibi görülmelidir.
Mesleki gelişmelerin izlenememesine, bu alandaki birikim sığlığına pek çok gerekçe sıralamak mümkün­dür. Bu gerekçelerin her biri de, gerçekten hak verilecek gerekçeler gibi de gözükebilir. Ama hiçbir öğret­men bu gerekçelere sığınarak mesleki sığlığı haklı gösterme cabası içerisinde olmamalıdır. Zira sığ bir mesleki formasyonla; belki işler bir süre yürüyor­muş gibi gözükebilir. Ama öğretmenliğin asıl yönü olan öğrencilerinin kendilerini yapılandırmalarına yön verme görevi gereğince yerine getirilemez. Bu konu da bu işin sahibi herkes, kendisini gözden geçir­mek durumunda olmalıdır.
Öğretmenler bir ülkenin geleceğini hazırlayan önemli unsurlardır. Kendisini geliştirmeyen gerek mesleki ve gerekse kültürel sahalarda yetkinleşme cabası içeri­sinde olmayan bir öğretmenin, gerilememesi mümkün değildir. Bu iş tek tek bi­le olsa öğretmenlerin bilinçli ve ısrarlı gayret göster­melerini zorunlu kılmaktadır.
Eğitim işiyle uğraşan kişilerin 21.yy becerilerine ait düşünce ve kuramları  incelemeleri, incele­mekle de yetinmeyip, tabii ki bu düşüncelerin içselleştirilmesini sağlama çabası içinde olmaları gerekmektedir. Bu amaçla mesleki yayınların, mesleki yetkinleşmeye dönük kitapların, günlük basının, şiir, roman, hika­ye, sinema, tiyatro, konferans, sergi, panel, açık oturum, forum vb, kaynak ve etkinliklerin izlenmesi, ama mutlaka izlenmesi görev olarak kabul edilmelidir. Vurgulamak gerekirse; öğretmen öğrencilerine yardımcı olurken, kendisini geliştirmesini savsaklamamalıdır. Bunun için var olanla yetinmemeli, daha iyiyi, da­ha da iyiyi sürekli aramalıdır.
Eğitimin niteliğini yükseltmenin yolu önce öğ­retmenin niteliğinin yükseltilmesinden geçmektedir. Bu konuda öğretmenlerin yanı sıra, diğer her ke­simin de üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki; eğitimde kaybedileni geri kazanmak çok zordur. Eğitimin hedefleri belirlenirken. esas alınması gereken Emden seviyesi değil Everest tepesi olmalıdır. Unutulmaması gereken son cümle de; eğitimin maliyetini yüksek bulanların cehaletin faturasını ödeyemeyecekleridir. Hıfzı Yetgin




Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Premium Wordpress Themes