1 Ekim 2009 Perşembe

Newton Renk Çarkı

(Teknolojiyi kullan, öğretirken öğren),

Yıl 1970. O yıllarda şimdiki Fen ve teknoloji dersi,Fen ve Tabiat Bilgileri adıyla anılıyordu . Öğrenciler de İlgi Grupları ile Çalışma yöntemine yer vererek dersleri kendileri aktif olarak işlemekteydiler. Öğretmen de; öğrenci sunumlarından sonra eksik kalan ya da gelen sorulardan anlaşılmadığı düşünülen konular olduğunda küme çalışması sonunda o konuya değinirdi.
Küme konusunu aktardı. Ünite konuları arasında Newton Çarkı da vardı. Konuyu hazırlayan öğrenci (ders kitabını esas alarak) yaklaşık olarak : Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.” Şeklinde bir sunum yaptı.
Sınıfın bir üyesi olarak derse –dinleyerek- katılıyordu. Öğrencisi anlatırken, içinden ; ‘’Tamam anladım da? Hadi açık mavi, açık pembe vb. renkler beyaz gibi görünebilir. Ama ya bu kırmızı, mavi, mor nasıl beyaz görünür?’’ diye geçirdi. Sınıfa bir göz attı. Herkesin gözünden: “beyaz olur” sözüne “Hadi canım sende?” itirazlarının geldiğini okudu. Birden konuyu aktaran öğrencisine destek olmak ihtiyacı hissetti. Konuya:
—Ne olurmuş? Sorusu ile girdi.
— Beyaz olurmuş, öğretmenim!
—Nereden biliyorsunuz?
Öğrenciler şaşkın:
— Eee! Sen dedin, öğretmenim.
— Başka?
— Newton dedi.
— Başka?
— Hatice dedi.
— Başka?
— Kitap da yazıyor.
— Aferin.
— Demek ki ne olurmuş?
—Beyaz olurmuş, öğretmenim! (Bu ses koro halinde geldi).
Ders bitti, huzursuz. Bu renkler gerçekten beyaz olur mu? Diye kendi kendisi ile tartıştı. Tamam, açık renkler olabilir canım da ya koyular kırmızı yeşil nasıl beyaz görünür diyordu. O güne kadar ne ilkokul öğretmeni; ne ortaokuldaki öğretmenleri ne de öğretmen okulunda bu konunun deneyini yapmamışlardı. Ona da öğretmenleri onun şimdi yaptığı gibi, Newton beyaz olduğunu kanıtlamış demişlerdi. Ama bu söylem tereddütlerini giderememişti. Bu kuşku öğrencilerinde de vardı. Hem kendi kuşkusunu hem de öğrencilerinin kuşkusunu gidermeliydi. Ama 1970 yılı koşullarında Newton çarkını deney veya gözlem yoluyla öğrencilerine anlatabileceği araç ve gereci yoktu. Ya da onu ispatlayacak bir düzenek aklına gelmiyordu.
—Beyaz olur, dedi. O günlük, orada bıraktı.
Aradan birkaç gün geçti. Hafta sonu, komşu köylerden birinin düğüne okudular (davet ettiler). Olur, dedi. Hediyesini aldı. Yanında köylülerle vardı düğün yerine. 32 köyden iki tanesinde okul; bu iki okulda da birer öğretmen vardı. Düğüne diğer köydeki öğretmen arkadaşı da gelmişti. Selamlaşıp sohbete başladılar. 32 köyden gelen tüm konuklar neredeyse düğünü bırakmış, iki öğretmenin sohbetine dalmışlardı. Herkes bu iki öğretmenle ilgili iken düğüne gelen tüm çocuklar da köylülerden birisi ile (Horhorcu Recep) ilgiliydiler. Recep’in elinde, içinden ip çıkan bir ceviz ve üzerindeki tek kanat pervaneye benzer bir oyuncak vardı. İpi çekip bıraktıkça, pervane bir sağa bir sola hızla dönüyor; dönerken de hooooor hooor diye bir ses çıkarıyordu.
Beyninde yüzlerce sinir ucu birbirleriyle iletişim kurdu. Bunu Newton çarkı olarak kullanabilirdi. Yanındakilerden özür diledi. Hızlıca ayağa kalktı. Horhorcunun yanına vardı. Recep’i kısaca övdü. İncelemek için bir horhor istedi. Oracıkta dikkatlice inceledi. Aradığı, düşünüp düşünüp çıkış yolu bulamadığı; kendisine gerekli olan teknolojik araç en gerekli olduğu zamanda, bir dağ köyünde karşısına çıkmıştı.

Horhorcuya;
—Satsana bana da bir tane!
Horhorcu şaşkın ve biraz da önemsendiğinin farkında.... Tüm konukların gözü de üzerlerinde:
—Ne yapacan, öğretmen?
—Gerekli usta ! Ver bir tane de bana ver.
—Valla! Öğretmenler çocuklarla uğraşa çığrışa çocuk olur derlerdi. Baak doğruymuş!
— Uzatma, kaç liraysa söyle bir tane ver. Recep cebinden iki horhor çıkardı.
— Yaa bu Güzelkaya’nın öğretmeni iyi adam be! Diyerek verdi. Israr fayda etmedi. Para falan da almadı. Osman öğretmen de meraklandı.
— Ne işe yarayacak bu? Diye sordu.
— Newton çarkı olacak; onu anlatacağım çocuklara.
— Harikasın! Denedikten sonra benimle de paylaş.
— Hay hay öğretmenim! Elbette.
O gün, akşam zor oldu. Gün bitmek bilmedi. Güneş batana kadar, düğün sahibine ve düğüne birlikte gittiği arkadaşlarına ayıp olur düşüncesi ile düğün evinden ayrılamadı. Güneş Akkaya’nın arkasına dolanınca, düğün sahiplerine hem kendi hem de köylüleri adına:
—Hayırlı olsun! Mesut yaşasınlar! Dileğinde bulundu. Ve:
—Bize izin, dedi.
Osman öğretmenle de karşılıklı;
—Birgün bizi de onurlandır. Bekleriz. Diye vedalaşıp, Güzelkaya yoluna dizildiler. En önde kendisi koşar adım… Köylüler:
—Öğretmen! Evde bekleyenin, köyde yol gözleyenin mi var? Bekâr adamsın. Ağırdan al Allah aşkına!
Takılmalarına cevap vermedi. Horhoru nasıl Newton çarkına dönüştürecek onu tasarlıyordu.

—İyi geceler öğretmen! Seslenişleri ile iki saatlik yolu doksan dakikada bitirerek köye geldiklerini anladı. Tüm yol arkadaşlarının ayrı ayrı ellerini sıktı.
—İyi geceler! Diledi.
Birkaç köylünün eve konuk olarak davet etmelerini de teşekkür ederek kabul etmedi. Kestane ağacından; hiç metal çivi kullanılmadan, geçmeli olarak yapılmış ve kendisine tahsis edilmiş; tek odalı, petrol lambalı, gazocaklı evine geldi. Karanlığı, “muhtar çakmağı’’ ile aydınlatmaya çalıştı. 12 Numara şişeli petrol lambasını buldu; ıslattığı bezle iyice sildi, kuruladı ve yaktı. Köylülerin kendisine hediye ettikleri açılır-kapanır, ağaç sandalyesine minderini yerleştirdi. Yine kestane ağacından yapılmış masasının biraz yükseğindeki -tahta duvardaki- ağaç çiviye lambayı astı. İspirtoyu gövdesindeki minik çanağına dökerek gazocağını yaktı. Çaydanlığı üzerine koydu. Horhorun ipini çekip bıraktıkça bir sağa bir sola dönüşünü büyük bir keyif içinde izledi. Horhoru inceledi. İrice bir cevizin enlemesine ortasından aşağıya doğru 4mm.lik bir delik ile bu 4 mm’lik delik ile dik açı oluşturacak şekilde 2 mm.lik bir delik daha delindiğini, 4mm’lik deliğe pervanenin delik kalınlığındaki çubuğunun takıldığını, bu çubuğa da yan delikten gelen ipin bağlandığını gördü. Halkın yaratıcılığı umudunu artırdı.

Birinci hamur beyaz kâğıdın çok zor bulunduğu günlerdi. Kitaplarına baktı. Kıyamazdı ama beyaz kâğıt gerekliydi. Öğretmen okulunda okudukları sosyoloji kitabının arka kapağı en beyaz olanıydı. Eline aldı; birkaç kez evirdi, çevirdi. ‘’Yaralı portakal’’ hikâyesi geldi aklına. Kıyamadı, kitabı elinden bıraktı. Bir süre gazocağı ve çay ile ilgilendi. Ama keşfetme isteği içini kemiriyordu. ‘’Sosyoloji kitabım seni ciltleyeceğim’’ Sözünü verdi. Bu diyalog hoşuna gitti. Kitabında mutlu olacağını düşündü. Hatta şöyle algıladı. Sosyoloji kitabı: ‘’Hadi başla!’’ diyordu. Başladı. Kitabın arka kapağını özenle kesti. Pergel ile dairesini çizdi. İletki (açıölçer)yi kullanarak renklerin dilimlerini belirledi. Çok önceden gazoz kapakları içine kendi hazırladığı suluboyalarını çıkardı. Atın kuyruğundan yaptığı fırçalar ile çarkı renklerine boyadı. Doğal olarak kurumasını bekleyemedi. Petrol lambası ısısından yararlanarak kuruttu. Hafif buruşmayı gidermek içinde kömür ütüsünü gazocağında ısıtarak, boyadığı kartonu iki kâğıt arasında ütüledi. Tutkal ile horhorun (ceviz çark) üzerindeki pervaneye yapıştırdı. Bir süre kurumasını bekledi.

Ama dakikalar geçmek, tutkal da kurumak bilmiyordu. Yelkenli marka küçük yuvarlak aynayı masaya yerleştirdi. Horhorun ipini çekip bırakarak kısa bir deneme yaptı. Hızlandırmaya başladı. Çarkın hızı artıp beyaza yakın rengi yakaladığı anda kalbi duracak gibi oldu. Hiç kilitlemediği oda kapısını o gece kilitledi. Bu renk algısını sanki Newton değil de kendisi icat etmiş gibi sabaha kadar uyuyamadı.

O gecenin sabahında, güneşin sandığından daha parlak doğduğunu gözledi.Tıraşını oldu. Sarı bakır musluk taktırdığı tenekedeki su ile elini yüzünü yıkadı. Koşar adım okula gitti. O güne kadar hep öğrenciler önce gelir, kendisi sonra giderdi. O gün öğrencilerini o karşıladı:
—Günaydın Ramazan! Hoş geldin!
—Hatice günaydın! Hoş geldin! Diye hepsini selamladı. Daha sonra sıra olup andımızı okudular. Sınıfa girdiklerinde kısaca Dünyadan, ülkeden, köyden günlük olayları konuştular.
İçi içine sığmıyordu:
—Çocuklar geçen gün Newton çarkı üzerinde konuşmuştuk.
—Eveeeet öğretmenim!
— Peki, Newton ne demişti, kim tekrarlayacak bize? Bir iki parmak havaya kalktı, birisi Ramazan.
— Ramazan söyle bakalım!
—Öğretmenim “… Işık, prizmadan geçirildiğinde yedi renk gözlenir. Dönen bir çarkın üzerine renkler uygun şekilde yerleştirildiğinde çark belli bir hızla döndürülürse bu yedi rengi beyaz olarak algılar ve öyle görürüz. Bunları Newton söylemiş ve ispat etmiştir.”
—Ama siz pek inanmamıştınız değil mi? Ben de öyle diyemedi. Sınıfta gülüşmeler oldu.
—Peki, herkes arkasına yaslansın bakalım!
Meraklı gözler eşliğinde, masanın üzerindeki torbadan gece hazırladığı ceviz çarkı çıkardı. Çarktaki renkleri izletti. Tek tek renklerin adlarını sordu. Cevaplarını aldı. Ve çarkı döndürmeye başladı. Beyaza yakın rengi yakaladıklarında tüm öğrencilerinin gözlerinin yuvalarından fırlayacakmış gibi olduklarını gördü. Sanki öğretmenleri sihirbazlık yapıyordu. İzledikçe, bir daha öğretmenim, bir daha diye talepler yükselmeye başladı. Bir daha, bir daha… Birkaç kez daha hep birlikte denediler. Eğitim çalışmalarında araç kullanmanın değerini ve teknolojinin kıymetini o gün keşfetti. Yeni öğrenmelere yelken açabilmenin çok önemli bir sırrına ermişti. O günün teknolojisi horhoru Newton çarkı olarak kullanabilmekti. Ama bugün, o konuda sınırsız ve uçsuz bucaksız okyanuslar var elimizde. Bilgisayar var. İnternet var. Ne olur teknoloji kullanmanın cimrisi olmasın öğretmenlerim.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Premium Wordpress Themes