16 Şubat 2024 Cuma

DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU

  DALYA OYUNU- HASAN ALİ KALAYOĞLU

DALYA- HASAN ALİ KALAYOĞLU

 En sevdikleri oyun olmasına rağmen, aynı zamanda da en az oynadıkları oyundu dalya. Bunun da en önemli nedeni, bizimki gibi küçük bir mahallede bir araya gelmesi zor ve kalabalık bir çocuk grubuyla oynanmasının zorunlu olmasıydı. Ayrıca, o dönemde pek bulunmayan yumruk büyüklüğünde içi dolu bir topla oynanmasının gerekli olması da diğer bir nedendi.    

Ama bugün hem topları vardı, hem de yeterli sayıda oyuncuları. Topu Emin getirmişti. Babası ayakkabıcı olduğu için, artan deri parçalarından dikmiş ve içini de kumaş ve deri parçalarıyla doldurmuştu. Bu oyunda topun en fazla 5–6 cm çapında ve biraz da ağır olması gerekliydi. Yoksa daha büyüklerini avuçları ile kavrayamayacaklarından istedikleri yere atmaları güç olurdu.

 

Emin’in getirdiği top tam da istedikleri gibiydi. O nedenle hemen sokağın bitimindeki arsaya koştular. Seyrek de olsa oynadıktan sonra arsanın kenarındaki iğdenin altına sakladıkları tuğla kırıkları bıraktıkları yerde duruyor olmalıydı. Gerçi alınmış da olsa sağdan soldan hemen bulup getirirlerdi. Çünkü bütün evlerin çatıları oluklu tuğla ile örtülüydü ve sonbahardaki tuğla aktarma döneminde kırık tuğlalar değiştirilip atıldığı için her yer tuğla kırığı oluyordu.

Dalya tuğlaları, bıraktıkları yerde duruyordu. Hemen alıp arsanın ortasına geldiler ve önce büyüklerinden başlayıp üst üste yığarak 25–30 cm yüksekliğinde bir kule meydana getirdiler. İşte buna “dalya” denirdi ve dalyanın mümkün olduğu kadar sağlam olması, kolay kolay yıkılmaması gerekiyordu. Sonra da bunun 4–5 metre uzağına bir çizgi çizerek topun dalyaya atılacağı yeri belirlediler.

 Artık oyun için her şey tamamdı ve sıra ekiplerin belirlenmesine gelmişti. İçlerinde diğerlerine göre daha büyük olan Ali ve Yusuf ekip başkanı oldular ve yazı-tura ile oyuncuları hangisinin önce seçeceğini belirlediler. Sonra da, oyunu daha iyi oynayacaklarına inandıkları arkadaşlarını önce biri sonra diğeri sırayla yanlarına çağırarak ekiplerini oluşturdular. Beşer kişilik ekipler hazırdı ve hemen kaynaşıp karşı takımı nasıl yenebileceklerinin taktiklerini konuşmaya başladılar. Rakiplerinin zayıf tarafları da fısıltıyla konuşulanlar arasındaydı.

 Sıra oyuna hangi ekibin başlayacağının belirlenmesine gelmişti. Bunun için yerden küçük bir tuğla parçası alan Mıstık, bunun bir tarafına tükürerek başkanlara sordu:

          -“Kim yaş tarafını, kim kuru tarafını alıyor?”

Yaş tarafını Yusuf alınca kuru tarafı da Ali’ye kaldı. Mıstık, taşı hızlıca havaya fırlattı ve hep birlikte düştüğü yere koştuklarında, taşın kuru tarafının üste geldiğini gördüler. Bu durumda oyuna Ali’nin ekibi başlayacaktı. Yusuf’un ekip de “ebe” olmuştu.

 Ali’nin ekibinde en gözlekçi* olan Selahattin’di. Bu nedenle çizginin başına en önce o geçti. Diğerleri ise çil yavrusu gibi etrafa dağılarak dalya yıkılırsa karşı ekibin topla kendilerini vurmasına karşı önlem aldılar. Ebe olan Yusuf’un ekibinde ise, topu en isabetli ve hızlı atan vurucu elemanları Recep dalya başında yer alırken, diğerleri de karşı ekibin oyuncularının yakın durarak Recep’in topu kendilerine pas olarak attığında yakalayıp en yakındakini vurmaya hazırlandılar.

Selahattin, topu eline alarak çizgiye dikildi. Kolunu ileri geri sallayarak nişan almaya çalışırken ortalıkta çıt bile çıkmıyor, her iki ekip de heyecanla onun atışını bekliyorlardı. Tam topu atacaktı ki, Recep eliyle dalyanın üstüne bir daire çizerek bağırmaya başladı:

          -“Ortada kuyu var, yandan geç.”

O, bunu sürekli tekrarlayıp Selahattin’in dikkatini dağıtmaya çalışırken, Selahattin’in iyice nişanlayıp topu dalyaya attı ve böylece de oyun başladı. Top dalyaya vurdu ama kiremitler hafifçe sallanmasına rağmen yıkılmadı. Bu durum Ali’nin ekibinde en güvendikleri arkadaşlarının boş çıkması nedeniyle üzüntü yaratırken, Yusuf’un ekip sevinçten havalara zıplıyordu.

 İkinci olarak topu alıp çizginin başına geçen ekip başı Ali’ydi. O da büyük bir dikkatle nişan alıp topu dalyaya attı ama ıska geçti. Üçüncü olarak, Muhittin geçti çizginin başına. O da deviremezse geride kalanların dalyayı bile vuracaklarından hiç ümidi yoktu. Böyle bir durumda Ali’nin ekibi “ebe” olacak ve diğer ekip dalyayı devirmeye çalışacaktı. Bu nedenle çok dikkatli olmalı ve karşısında ona meydan okurcasına yükselen bu kuleyi mutlaka vurup devirmeliydi. Topu Selahattin gibi yavaş atarsa dalyayı vurma şansı artacak ama bu kez de dalya devrilmeyecekti. O nedenle topun hızını da iyi ayarlamalıydı.

 Herkesin büyük bir sessizlik içinde onu izlediğini bilerek nişan alıp topu dalyaya doğru fırlattı. Yerden dalyaya doğru hızla giden top, tam dalyanın yanına yaklaşınca yerdeki küçük bir taşa çarptı ve havalanarak dalyanın tam tepesine vurdu. Yarısından sonrası sallanan dalyanın en üstündeki üç kiremit parçası yere düşerken, vurulmak istemeyen Muhittin, büyük bir hızla oradan uzaklaştı. Dalyanın başında bekleyen Recep, topu alıp etrafına bakıncaya kadar Ali’nin ekibindeki herkes gerekli uzaklığa ulaşmışlardı.

 Recep isterse karşı ekipten birini vurmak için topu doğrudan ona atabilir, isterse de daha uygun durumdaki kendi arkadaşlarından birine pas olarak atıp onun atış yapmasını sağlayabilirdi. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey, topun dalyadan uzaklaşması durumunda karşı ekipten birinin gelerek kiremitleri yeniden dizmesiydi. Dalya dizme işi tamamlandığı anda o oyun kazanılmış olurdu. Öyle ki dalyayı deviren ekipten vurulmayan tek kişi bile kalsa, dalyayı dizmeyi başardığı anda bütün ekip oyunu kazanmış sayılır ve yeniden dalyayı devirmek için atışlara başlardı. Yusuf’un ekibinin ebelikten kurtulmasının tek yolu, ya herkesin dalyayı ıska geçmesi, ya da yıkılan dalya yeniden dizilmeden karşı ekipteki herkesi top atışlarıyla vurarak oyun dışı bırakmalarıydı.

 Bu arada Recep’in gözü çevreyi kolluyordu. Oyun arkadaşı Yusuf’un karşıdaki bir oyuncuya iyice yaklaştıktan sonra kendisine topu atması için işaret ettiğini görür görmez topu hemen ona fırlattı. Yusuf da topu tutar tutmaz kaçmaya çalışan Mıstık’ın sırtına yapıştırdı. Hemen yeniden topa koşan Yusuf, aldığı topu çabucak dalya başındaki Recep’e geri attı ama bu arada Muhittin gelerek düşen kiremitlerden ikisini yeniden dizip geri kaçmıştı. Ali’nin ekipten bir oyuncu vurulmuştu ama dizilecek sadece bir kiremitleri kaldığı için oyunu kazanmayı garanti görüyorlardı. O kiremidi de yerine koydukları an 1-0 öne geçerek oyuna yeniden başlama hakkı kazanacaklardı.

 Recep, yakınına gelip geri kaçarak topu kendisine atması için onu tahrik eden Ünal’ı gözüne kestirmişti. Başka tarafa bakar gibi yaparak onun dikkatini dağıttıktan sonra, topu tüm gücüyle ona attı ve kımıldamasına bile fırsat tanımadan göğsünden vurdu. Bu arada topun dalyadan uzaklaştığını gören Ali hızla gelerek kalan tek kiremidi de en üste koydu ve “dalyaaaaa” diye bağırdı. Ancak biraz acele etmişti ve son kiremidi dalyanın üstüne biraz hızlı bırakmıştı. Dalya bir an dengede durur gibi oldu ama sonra yana yattı ve en az 5-6 kiremit yere düştü. Bu durumu gören Ali’nin ekibi yeniden kaçışırken hem dalyanın yıkılmasına, hem de iki arkadaşlarının vurulmasına hayıflanıp duruyorlardı.

 Recep, Ali’yi vururlarsa oyunu kazanacaklarına inanıyordu. Bu nedenle de tüm dikkatini ona verdi. Ali de bunun farkındaydı ve son bir hamle için kendini hazırlıyordu. Başka tarafa bakar gibi yapıyor ama gözünü Recep’ten hiç ayırmadan topun kendisine atılacağı anı bekliyordu. Recep, gafil avladığını düşünerek topu hızla ona fırlattı ama Ali bunu beklediği için, birden dönerek gelen topu havada yakaladı. Eğer yakalamaya çalışırken elinden düşürseydi vurulmuş sayılacaktı ama yakaladığı için avantaj kazanmıştı. Şimdi isterse bu oyun içinde dalya dizilinceye kadar bir kez vurulursa vurulmamış sayılıp oyuna devam edecek, isterse de vurulan bir arkadaşını oyuna döndürebilecekti. Ali, vurularak kenarda bekleyen Mıstık’a dönerek oyuna yeniden dönmesini istedi. Böylece, oyunu kendilerinin kazanma şanslarını yeniden artırmış, arkadaşlarının morallerini de düzeltmişti. Eeee, ekip başı olmak öyle kolay şey değildi hani.

O gün akşam oluncaya, hatta babaları eve gelip de onları çağırıncaya kadar dalya oynadılar. Yorgunluktan kımıldayacak halleri kalmamış, her tarafları terden sırılsıklam olmuştu ama buna değmişti.

 Tatlı bir yorgunlukla evlere dağıldıklarında hava kararmak üzereydi.

 *gözlekçi: nişancı

wwwmowjeldohacombordersqx5


0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Premium Wordpress Themes