29 Eylül 2025 Pazartesi
8 Eylül 2025 Pazartesi
BİR EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINA DAHA BAŞLARKEN…
BİR
EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINA DAHA BAŞLARKEN…
Eğitim tarihimizde de epey sayıda başarıya
imza attığımızın altını çizerken duygusallaşmadım diyemem. Üstelik bu başarılar
Dünyada da olumlu örnekler olarak not edildi. Uzağa gitmeden yakın tarihimizle ilgili
konuşalım. Söz gelimi Dünya da tek ve eşi olmayan bir uygulama yaptık. Kurtuluş
savaşımız sürerken eğitim kongresi düzenledik.
Ulusal Kurtuluş savaşımız zaferle taçlandığında
Anadolu ve Trakya da nüfusumuzun %80 den fazlası köylerde, %20 ye yakın bir nüfusta
kentlerde yaşıyordu. Köylerde okul sayısı neredeyse yok sayıda. Kentlerde de
çok az sayıda. Okuryazarlık oranı da okul sayısı ile uyumlu. Köylerde sıfıra
yakın, kentlerde kâğıt üzerinde %7 gözükse de, yaygın olan durum bilenin yok
denilecek kadar çok az olduğudur.
Çağın dâhisi bir lider, insanımızı okuryazar
yapmamız lazım dedi. Öğretmen sayısı çok az. Fakat kararlılık çok yüksek. Ortak
akıl çözümü bulmakta gecikmedi. Okuryazar olan herkes öğretmen, okur-yazar
olmayan herkes de öğrenci oldu. Bulunduğumuz her mekânı derslik saydık. Adını da
millet mektepleri koyduk. Başöğretmenimizde Mustafa Kemal Atatürk oldu. Ve on binlerce insanımızı kısa sürede okur-yazar
yaptık. Ama bu durum sürdürülebilir bir değişim sağlayamazdı.
Kurucu ve kurtarıcı önderlik, okuryazar
olan askerler veya askerde okur-yazar olan gençler arasından eğitmenliğe yatkın
olanları altı aylık bir kursa tabi tuttu. Bu gençlere marangozluk, demircilik, duvar
ustalığı, tarım bilgisi ve yine onlarla birlikte hazırlanan okuma-yazma ve
matematik öğretme kılavuz kitaplarını da tahta bavullarına koyarak eğitmen
adıyla köylere gönderdik. 3 yıllık ilkokullarda eğitmenlik yapmalarını
sağladık.
Eğitim düzeyi yükseldikçe kısa süreler
içinde bu yapılanlar da yetmemeye başladı. Bu durum üzerine Dünyanın halende
daha konuşup model aldığı destansı köy enstitülerini kurduk. Öğrencilerimizi
bulduk. Binamız yoktu. Öğrencilerimizle binalarımızı yaptık. Onlarla birlikte
ışıklar yakıp birlikte aydınlandık. Birlikte düşündük, birlikte ürettik ve hep
birlikte iyiye çağdaş uygarlığa doğru koşmaya başladık.
O günün sınırlı olanaklarıyla Dünya üzerinde
yayınlanmış tüm klasikleri Türkçeye çevirdik. Klasiklerin on binlerce insan tarafından
okunmasını sağladık. Büyük bir kültür atılımı yaptık.
1929 larda Dünya ekonomik krizlerle
boğuşurken biz limon-portakal satarak onlarca fabrika kurduk ve %12 leri bulan
büyüme rakamlarına ulaştık.
Bugün çevrimiçi eğitim diye adlandırdığımız
sistemin mektupla öğretim adıyla önemli kurucularından ve geliştiricilerinden
birisi yine biz olduk.
BÖYLELİKLE;
Ümmetten millet, enkazdan devlet, yoktan Cumhuriyet
yarattık.
Bugün Dünya’nın en iyisi olmamızı hiçbir
güç engelleyememeli. Bu görevi, bu
sorumluluğu en başta biz öğretmenler içselleştirmeli ve omuzlarımızda hissetmeliyiz. Bu duygu ve düşüncelerle 2025-2026 Eğitim- Öğretim yılımızı kutluyorum.
Başöğretmenimizin gösterdiği hedefe hiç durmadan yürüme ülkümüzü ödünsüz sürdürelim. 08.09.2025 Hıfzı Yetgin
25 Ağustos 2025 Pazartesi
KRALLARIN OYUNU SATRANÇ, OYUNLARIN KRALI BRİÇ
KRALLARIN
OYUNU SATRANÇ, OYUNLARIN KRALI BRİÇ
Satranç mı, briç mi? Her ikisi de akıl yürütme ve düşünmeyi
geliştiren muhteşem sporlardır. Çoklu düşünme becerisine katkıları hiç
yadsınmadı. Önemleri de zamanla hem daha çok artıyor, hem de hissediliyor. O
nedenle birisi diğerine alternatif değildir. Her iki akıl sporunun da muhakkak
sayısız yararları var, her iki spor dalının da çocuklara önerilmesi
gerekir.
Satranç, satranç tahtası
denilen 8×8'lik kare bir alan üzerinde 32 adet satranç taşıyla oynanır. Bu 32 taşın
yarısı siyahsa diğer yarısı da beyaz taşlardan oluşur. Tahtasında 8x8 toplam 64
kare bulunur. Bu karelerin de yarısı siyah, yarısı beyaz renklerden oluşur. Taraflardan
birisi beyaz diğeri siyah renkli taşları alır.
Her oyuncunun bir seferde bir hamle yapma
hakkı vardır. Hamleler sonucu bir oyuncu
rakibin şahına saldırır ve “şah çekerse” ve rakip oyuncu da çekilen şahı bir
sonraki hamlesiyle kesemez duruma gelirse Şah ve mat gerçekleşir. Oyun Şah
çekenin galibiyetiyle sonuçlanır. Ya da bir oyuncunun şahının bulunduğu kare tehdit
altında olmadığı halde bu oyuncunun kalan tek taşı şah ise ve şahının tehdit
altında olmayan bir kareye yapabileceği bir hamlesi yoksa oyun pat olur, bu durumda da
oyunun beraberlikle sonuçlanmış olur.
Briç de elli iki kartla oynanan bir akıl sporudur.
Genellikle başlama yaşı olarak 13-14 yaş
önerilmektedir. Briç öğrenip oynamaya başlayan çocuğun briç oyunu sırasında
bilişsel ve üst bilişsel becerileri gelişir. Bu gelişme onların akademik
başarılarına etki eder.
Briç oynayan çocuk öncelikle oyun masasında matematik yapmak
zorundadır. Matematiğin yanında Karşı takımın oyuncularının jest ve mimiklerini
aynı zamanda takım arkadaşının da ses tonundan jest ve mimiklerine varana kadar
her şeyini dikkatle izlemesi gerekir. Bu durum dikkat gelişmesine önemli katkı
sağlar. Yine takım arkadaşı olan ortağıyla da sembollerle iletişim kurmak
zorundadır. Bu birlikte danışarak bulmaca ya da problem çözmeye dönüşen bir
oyun gibidir. Çocuğun hep akışta kalmasını sağlayarak dikkat ve izleme durumunu
hayatına transfer etmesine yol açar. Masada oturma alışkanlığı kazanması ders
çalışırken de yoğunlaşma sağlamasına ve masada uzun süre oturabilme
alışkanlığına katkı sağlar.
Briç
oynayan çocuklar hem oyun sırasında hem oyun aralarında birbirleriyle sürekli
etkileşim içinde olurlar. Sonuçta bu durum pek sosyal beceriler de edinmelerine
yol açar, akran öğrenmesine zirve yaptırır. Köklü arkadaşlıkların ve
dostlukların gelişmesine de zemin hazırlar.
Okullarımızda satranç çok yeterli olmamakla birlikte epeyce yaygın
yer almaya başlamıştır. Bu sevindiricidir ancak dünya şampiyonlukları da
kazandığımız bir spor olmasına rağmen briç henüz istenilen ilgi ve desteği
görmemektedir. Briçe de gerekli önem verilmeli ve desteklenmelidir.
25.08.2025 Hıfzı Yetgin
27 Haziran 2025 Cuma
KİN TUTAN HAYVANLAR
Ama hayvanlarda haksızlığa tepki verme refleksi olabiliyor. Tanıdığım bir arkadaş hapishane de koğuşa gelen bir kediyi gördüğü yerde azarlar, kızar, kovalar, kötü muamele eder... Kedi, arkadaşı ne zaman görse ona ters ters bakmaya başlar. Bir gün koğuşta kimsenin olmadığı bir zamanda kedi koğuşa girer ve arkadaşın yatağının üzerindeki albümde olan fotografını dişleyip tırnaklayarak hıncını almaya çalışır... Bu yaşanmış bir olaydır. Ayrıca fillerin kin tuttuklarını filmlerden anımsıyoruz. Anadolu'da köpeklerin kendilerine iyi davranmayan insanlara saldırdıklarına dair pek çok hikaye dinlemişizdir. Yine kargaların yaşadıkları olumsuzlukları 17 yıl kadar unutmadıklarına dair bilimsel (Dr. Marzluff )açıklamalar bulunmaktadır. Kazlar ve kuzgunlar üzerine de yaşayanlardan hikayeler dinlemişimdir. Yine ortaokul öğrenci olduğum yıllarda köyde hayvan otlatırken. Bir komşumuza iyi davranmadığı kendi (boğa) danasının saldırdığına ve ağır yaraladığına bizzat tanık olmuştum.
Bu tanıklıklar dinleme ve duyumlardan sonra açıkcası bu görselin de gerçek olabilme olasılığını oldukça yüksek buluyorum. O nedenle de paylaşıyorum. 27.06.2025 Hıfzı Yetgin
15 Mayıs 2025 Perşembe
SANAL MÜZELER
GEZMEK İSTEDİĞİNİZ MÜZENİN ELEKRONİK ADRESİNİ KOPYALAYINIZ VE ARAMA ÇUBUĞUNA YAPIŞTIRINIZ
MÜZELER HAFTASI (18-24 MAYIS ) •Sanal Müzeler•
bit.ly/3bCEKKv Anadolu Medeniyetler Müzesi
bit.ly/2VARdIL Dolmabahçe Sarayı
bit.ly/3eUMB8i Panorama 1453 Tarih Müzesi
bit.ly/3aDoQy2 Topkapı Sarayı
bit.ly/2zy0s4d Türk İslam Eserleri
bit.ly/2VXgkVh Mevlana Müzesi
bit.ly/3fZaL1D 15 Temmuz Hafıza Müzesi
bit.ly/355sqj8 Kapadokya Karanlık Kilise
bit.ly/3cQ0HpB İstanbul Kız Kulesi
bit.ly/3eQ3XDe Rahmi Koç Müzesi
bit.ly/3cPlwRI Anıtkabir
bit.ly/2SaosAO Kurtuluş Savaşı Müzesi
bit.ly/2KvBkx2 Cumhuriyet Müzesi
bit.ly/2Y5hIbd Troya Müzesi
bit.ly/3ePYqfE Gazi Müzesi
•Sanal Müzeler
bit.ly/3bCN9O3 Göbeklitepe Örenyeri
bit.ly/2VDal9i Etnoğrafya Müzesi
bit.ly/2VZASfM Antalya Müzesi
bit.ly/2x78vnt Boğazköy Müzesi
bit.ly/2Kzoxtr Antep Arkeoloji Müzesi
bit.ly/2xYwAxk Zeugma Müzesi
bit.ly/3eOSPGw Çorum Müzesi
bit.ly/3eQ3NeX Şanlıurfa Müzesi
bit.ly/3cL9h8N Adana Müzesi
bit.ly/2VCTG5N Hatay Arkeoloji Müzesi
bit.ly/3cLbEZf Yapı Kredi Sanal Müze
bit.ly/2VD9iWT Efes Müzesi
bit.ly/3bBl4Xa Ankara Resim ve Heykel Müzesi
bit.ly/355VeYO Sakıp Sabancı Müzesi Dijital Koleksiyonları ve Arşivleri
bit.ly/2TjSylX Oyuncak Müzesi
bit.ly/2AzoCLW 3D Mekanlar
bit.ly/2LDYRwm Amerikan Uçak Müzesi
bit.ly/3cInDal Sanal Müze
https://stellarium-web.org/ Gökbilim, Yıldızlar ve Gökyüzü HaritasıMÜZELER HAFTASI (18-24 MAYIS ) •Sanal Müzeler•
bit.ly/3bCEKKv Anadolu Medeniyetler Müzesi
bit.ly/2VARdIL Dolmabahçe Sarayı
bit.ly/3eUMB8i Panorama 1453 Tarih Müzesi
bit.ly/3aDoQy2 Topkapı Sarayı
bit.ly/2zy0s4d Türk İslam Eserleri
bit.ly/2VXgkVh Mevlana Müzesi
bit.ly/3fZaL1D 15 Temmuz Hafıza Müzesi
bit.ly/355sqj8 Kapadokya Karanlık Kilise
bit.ly/3cQ0HpB İstanbul Kız Kulesi
bit.ly/3eQ3XDe Rahmi Koç Müzesi
bit.ly/3cPlwRI Anıtkabir
bit.ly/2SaosAO Kurtuluş Savaşı Müzesi
bit.ly/2KvBkx2 Cumhuriyet Müzesi
bit.ly/2Y5hIbd Troya Müzesi
bit.ly/3ePYqfE Gazi Müzesi
•Sanal Müzeler
bit.ly/3bCN9O3 Göbeklitepe Örenyeri
bit.ly/2VDal9i Etnoğrafya Müzesi
bit.ly/2VZASfM Antalya Müzesi
bit.ly/2x78vnt Boğazköy Müzesi
bit.ly/2Kzoxtr Antep Arkeoloji Müzesi
bit.ly/2xYwAxk Zeugma Müzesi
bit.ly/3eOSPGw Çorum Müzesi
bit.ly/3eQ3NeX Şanlıurfa Müzesi
bit.ly/3cL9h8N Adana Müzesi
bit.ly/2VCTG5N Hatay Arkeoloji Müzesi
bit.ly/3cLbEZf Yapı Kredi Sanal Müze
bit.ly/2VD9iWT Efes Müzesi
bit.ly/3bBl4Xa Ankara Resim ve Heykel Müzesi
bit.ly/355VeYO Sakıp Sabancı Müzesi Dijital Koleksiyonları ve Arşivleri
bit.ly/2TjSylX Oyuncak Müzesi
bit.ly/2AzoCLW 3D Mekanlar
bit.ly/2LDYRwm Amerikan Uçak Müzesi
bit.ly/3cInDal Sanal Müze
https://stellarium-web.org/ Gökbilim, Yıldızlar ve Gökyüzü Haritası
1 Mayıs 2025 Perşembe
Mustafa Kemal'in Öğretmenlere Hitabı (KÜTAHYA LİSESİ - 24 MART 1923)
Atatürk\'ün Öğretmenlere Hitabı
(KÜTAHYA LİSESİ - 24 MART 1923)"Muallime hanımlar ve muallim efendiler, bu irfan yuvası altında hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi selamlamaktan çok memnunum.
Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.
Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.
Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.
Biz iki ordudan birincisine, vatan çiğnemeye gelen düşman karşısında kan akıtan birinci orduya -bütün dünya bilir, bütün dünya şahit oldu ki- pek mükemmelen sahibiz. Vatanın dört sene önce düştüğü büyük felaketten sonra, yoktan var olan bu ordu, vatanı yok etmeye gelen bu düşmanı kutsal vatan toprağında boğup mahvetti. Yalnız bu orduya sahip olmakla, işimiz bitmiş, gayemiz bu ordunun zaferiyle son bulmuş değildir.
Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır. Milletimizi geçek mutluluğa, kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkar edemeyiz.
Eski idarelerin en büyük kötülüklerinden biri de irfan ordusuna layık olduğu önemi vermemeleridir. Eğer önem verilseydi, geleceği emanet ettiğimiz sizlere, gelecek kadar güvenilir bir mevki verilmesi gerekirdi. Henüz üç dört senelik hayata sahip olan milli idaremizde irfan ordusu ile layık olduğu kadar ilgilenilememiştir. Fakat buradaki mecburiyeti milletin münevverleri olan sizler elbette ki daha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetimizi yalnız cephede toplamaya mecbur olduğumuz bu kısa süre içinde tabiatıyla irfan ordusuyla gereğince meşgul olamadık. Lakin Cenab-ı Hakk\'a şükürler olsun ki düşman karşısındaki aziz ordumuz için harcadığımız bütün emekler mutlu sonucunu verdi.
Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı faaliyet, aynı istekle irfan ordusu için çalışacak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan dahi emeklerimizin, faaliyetlerimizin mutlu ve başarılı sonuçlarını aynı parlaklıkta elde edeceğiz.
Arkadaşlar, asker ordusu ile irfan ordusu arasındaki birliktelik ve alakayı belirtmek için şunu da ifade edeyim, kıymetli bir eserden ordunun ruhu kumanda heyetidir deniliyor. Hakikaten böyledir. Bir ordunun kıymeti kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz öğretmenler, sizler de irfan ordusunun kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. İstiklal mücadelesinde üç dört senedir düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız savaşla ordunun ruhu olan kumanda heyeti değerlerinin yüksekliğini nasıl ispat etmişse, bundan sonra yapacağımız yenilikler milletimize bir karanlık gibi çöken genel cehaleti mağlup etmek savaşında da irfan ordusunun ruhu olan siz öğretmenlerin aynı yeteneği ortaya koyacağınıza eminim.
Bu konuda size güveniyor ve saygı ile selamlıyorum.\" Mustafa Kemal 24 Mart 1923
26 Nisan 2025 Cumartesi
EKMEĞİN KARNEYE BAĞLANMASI HALKÇI BİR UYGULAMAYDI
Yaşadığımız tarih:
Karne meselesi yine gündemde o günleri yaşamayanlar karne meselesi halka karşı bir uygulamaymış gibi üfürüp üfürüp karneye atıf yapıp duruyorlar. Ama karneyi uygulayan partinin şimdiki yöneticileri de bir türlü asıl söylenmesi gerekenleri halka söylemiyorlar. Olay şudur;
2. Dünya savaşı sırasında ekmeğin karneye bağlanması bir yönetme becerisidir. Halka sahip çıkma duruşudur. Şöyleki; o yıllarda İsdmet paşa partinin başındadır. Ama chp içerisinde mütegallibe iyice ağırlıktadır. Mütegallibe ile yol inşaatında çalışan amele her ikisi de kişi sayısına göre fırından aynı oranda ekmek almak zorunda kalınca, durumdan memnun olmayan mütegallibenin söylemi galebe çaldı. O günün koşullarında eğer ekmek karneye bağlanmasaydı. Mütegallibe her koşulda ekmeği israf derecesinde edinirken, halk ve özellikle kentlerdeki topraksız emeği ile geçinen aileler ekmeğe ulaşmakta çok zorlanacaklar ve hatta açlıktan ölümler bile olabilme olasılığı öngörülüyordu. İşte bu karne meselesi aslında halkçı bir uygulamaydı. Ama uygulama mütegallibenin kötülemesi nedeniyle halka halkçı bakış açısıyla anlatılamadı. Maalesef halkçı bir uygulama halka karşı bir uygulamaymış gibi iz bıraktı. Algı o şekilde oluştu. Halende daha konu doğru dürüst anlatamamaktadır.
Sabah sabah yine birileri karne deyince tarihe karşı görev deyip yazmak zorunluluğu ortaya çıktı. Hörmetler. Hyetgin
Bir ANIM
İlkokula başladığım yıldı. Tüm aile Nenem Dedem, Satılmış amcam, Süleyman amcam ve biz herkes Köydeki eski evdeydik. Nenem çok kolay Araç'a gitmezdi. Ne hal ise o hafta Araç'a gitmiş.İplikçi Ahmet efendi de dedemin asker arkadaşıydı. Dedem de cuma günleri genelde onun dükkanında otururdu. Rahmetli ninemde oradaymış. Bir konu olmuş, iş İsmet paşaya gelmiş. Paşa o zaman sağ ve Chpnin başkanı aslında iplikçilerde chplidirler. Ama orada olanlar arasında i konu bu karne meselesine gelmiş. Oradakiler Paşa'yı ağır eleştirmişler. Nenem de etkilenmiş. Akşam bizim köydeki yıkılan Bozoklu Numan'nın yaptırdığı bilinen evde büyük ocak başılı odaya toplanır orada yemek yenir sonra herkes odasına çekilirdi. İşte öyle bir yemek sırasında Nenem, dedeme hitaben, " Molla Şükrü bize hep altı ok, beş barnak deyip duruyorsun.Baksana Senin sağır ekmeği karneynen dağıtmış" dedi. Dedem elinden kaşığı sofraya attı. "Haaah dedi. Konuşmaya haah diyerek başlardı "Gadun, Sen kaç kere karneynen ekmek aldın" dedi. Nenem ben karneynen ekmek almadım. Şükür ekdük ambara koyduk. Devletede vedük gendümüzde yedük" dedi. Dedem de gız ekmek karneyle verilmeseydi. Araç bazarının yarısı dilenmeye çıkardı. Sen ne bakıyan elin lafına deyince ninem de "öğğ hakkat öyle bee. Niye böyle anatmazlarıki utanma diye bişey de galmamış gayrı "dedi. Bu diyalog Bende iz bırakmış. olmalı ki chp nin ekmeği karneye bağlanmasını hep halk ekmeksiz kalmadı ama şeklinde savunmuşumdur. Sabah sabah karne denildi yine. hyetgin
18 Nisan 2025 Cuma
OKUNAN BİR KİTABIN ETKİSİNİ ARTIRMAK
Herkes okuduğu her kitabı ailesiyle veya çevresindeki birileriyle " kitap kahramanlarını, olay örüntüsünü, yazarın bakış açısını KİTAPTA ADI GEÇEN KAHRAMANLARI VE onların kişilik özelliklerini birlikte konuşarak değerlendirmelidir" ki okunanlar insanda daha etkili ve kalıcı değişim/dönüşüm sağlasın. Bu önerimi bir yere not ediniz. hyetgin
13 Ocak 2025 Pazartesi
ATATÜRK TAKVİMİ GÜN GÜN ATATÜRK'ÜN YAŞADIKLARI
GÜN GÜN ATATÜRK'ÜN YAŞADIKLARI
Herhangi bir tarihin üzerine tıkla. O tarihte Atatürk neler yaşamış göreceksin.
23 Aralık 2024 Pazartesi
BAZAN KUSUR BİZDE DE OLABİLİR
KUSUR BİZDE DE OLABİLİR
Adamın birisi karısının iyi işitmediğinden yakınıp duruyormuş. Bir doktora danışmış. Doktor adama
- Eve git. eşine önce 40 m.den " akşama ne yemek pişirdin ?" diye sor. Cevap alamazsan 30m.den " akşama ne yemek pişirdin ?" diye sor. Yine cevap alamazsan, 10m. den " akşama ne yemek pişirdin ?" diye sor. Cevap aldığın yere kadar soruyu tekrarla demiş. Adam koşarak eve gelmiş. Bakmış eşi mutfakta, mutfağa 40m. uzaklıktan eşine:
- " Karıcığım akşama ne yemek pişiriyorsun?" demiş. cevap yok. 30m.den
- " Karıcığım akşama ne yemek pişiriyorsun?" demiş. cevap yok. 20 m.den
- " Karıcığım akşama ne yemek pişiriyorsun?" demiş. cevap yok. 10m. den
- " Karıcığım akşama ne yemek pişiriyorsun?" demiş. cevap yok. derken karısının yanına kadar varmış ve aynı tonda;
-" Karıcığım akşama ne yemek pişiriyorsun?" deyince ... Karısı,
- "Hayatım beş keredir aynı soruyu soruyorsun beş keredirde akşama tavuk ve pilav pişirdim diyorum. Demiş. Bazan kusur kendimizde de olabilir. Bu seçeneği hiç dışlamayalım. hyetgin
13 Kasım 2024 Çarşamba
7 Kasım 2024 Perşembe
ALEVİ CANLANDIRALIM IŞIĞI PARLATALIM
ALEVİ CANLANDIRALIM IŞIĞI PARLATALIM
Kayyumları
duyunca daha önce yazdığım bir yazımı güncelleme gereği duydum. Karartmaya
çalışanlar hep olacaktır. Biz parlatanlar tarafında olmalıyız. Ateşi parlak
tutanlara selam olsun.
Adamın biri hiç aksatmadan sürekli
olarak bir grubunun toplantılarına katılıyordu. Kimseye haber vermeden
toplantılara katılmaz oldu. Üç beş hafta sonra gruptan bir arkadaşı bir akşam
çat kapı onu ziyarete gitti. Arkadaşını
tek başına ve yanmakta olan ateşli bir ocağın karşısında oturur buldu. Ev
sahibi arkadaşını kabul etti. Huzurlu ve sessiz bir atmosfer vardı. Her ikisi
de ocakta yanmakta olan odunu seyre daldılar. Alevleri, dumanı, isi, pası
seyrediyorlardı. Birkaç dakika sessizlikten sonra gelen konuk, ocakta yanmakta olan
odunların en güzel, en parlak ışığı saçanı seçti ve maşa ile onu ocağın
kenarına aldı. Sonra yerine oturdu. Ev sahibi sessizce olanı biteni izliyordu.
Az bir süre sonra o yanmakta olan güzel ve parlak alevli odun yavaş yavaş
alevini yitirdi ve söndü. Ateşi kalmadı.
Önceden ısı ve ışık saçan nesne kara bir eysiye dönmüştü. Konuk
geldiğinden beri aralarında çok az konuşma geçmişti. Gelen arkadaş gitmeye
hazırlanmadan önce o sönmüş, eysileşmiş odun parçasını maşa yardımı ile yeniden
yanmakta olan ateşin ortasına koydu. Odun yeniden alevlendi. Ateşi hemen
yeniden canlandı. Etrafındaki diğer ateşlerin yardımı ile hızla tutuşarak
tekrar yanmaya başladı.
Konuk
gitmek için ayağa kalktı, ocak başındaki arkadaşına önce akıl olmak üzere sağlıkla
kal, derken… Ev sahibi “Ziyaretinden ve bana ocakla anlattığın güzel dersten
çok etkilendim, sağ ol. Yakında döneceğim.” dedi.
Örgütler
tür ve cinsleri ne olursa olsun hayatımızda önemlidir. İnsan var olduğu günden
bu yana da önemli olmuştur. Aileler de birer örgütlenmedir. Çok basit gibi
gelir ama aileye her yeni katılan üye, diğerlerinden ısı ve ateş alır. Hem
kendi enerjisi artar hem grubun gücünü artırır.
Örgütün üyeleri de ateşin parçalarıdır. Ateşi azaltmak değil çoğaltmak
gerekir ancak kendi ışığımızı da o şekilde çoğaltabiliriz. Aileden başlayarak
tüm örgütlerde öncelikle kendi aramızdaki bağı, birliği ve güveni artırmalıyız.
Gelen eleştirileri yargılamadan anlamaya çalışmalıyız ama bu husus Türkiye toplumunda
çok zordur. Çünkü sıradan insanlar hep yaşadıklarını yaşatırlar. Evde şiddetin,
okulda şiddetin, çocuğa şiddetin, kadına şiddetin, hayvana şiddetin, halka
şiddetin önemli nedeni budur. Herkesten de bunun farkında olmasını
bekleyemezsiniz. Çünkü şiddet ve mobbing bir hastalığın da yansımasıdır. Gelene
tafra, bana itaat etmeyene yafta etki alanımızı da saygınlığımızı da güvenimizi
de sıfıra müncer eder. Bitirir ağam, bitirir. Etki alanımızı güçlendirmenin
yolu önce birlik noktalarımızı öne çıkarmaktan geçer. Anlamaya çalışmaktan
geçer. Üyelerin örgüte zarar vermeyecek hassasiyetlerine hürmet etmekten geçer
ki o zaman etki alanımız gerçekten genişler ve süreklilik kazanır. Sonra
katılımlar çoğalır. Sonra giderek yığınsallaşma başlar. TÖS dönemlerine herkes
iyi bakmalı. Bir ilçeye bir öğretmen geldiğinde ilk karşılayan TÖS üyeleri
olurdu. Sadece ad-soyadı sorulur ihtiyaçlarının giderilmesine odaklanılırdı.
Önderlik de böyle yönlendirirdi.
1968’lerdeki,
1975’lerdeki kitlesel eylemlerdeki nicelik ile bugünü karşılaştırdığımızda
bugün çok gerilere düştüğümüz açıktır. 1969 büyük öğretmen boykotuna katılım
sayısına bir daha ulaşılamamıştır. Görülen odur ki hayal bile edilemez duruma
gelinmiştir. Fakir Baykurt, Ali Bozkurt’un yönetim anlayışları olumlu
örneklerimizdir. Tüm örgütlerin özellikle de öğretmen örgütlerinin bu iki
başkan dönemini iyi incelemeleri gerekir. Timur, savaşacağı ülkeyi önce
yalnızlaştırarak işe başlardı. Ülkesi ve halkı için savaşırdı. O nedenle büyük
komutan sayılır. Emperyalistler ve egemenler ise bu taktiği halka ve halk
örgütlerine onları güçsüzleştirmek amacı için kullanırlar ve o nedenle
alçaktırlar.
Ateşi, ateş
içinde saklayalım. Aykırı gelen düşünceler, eleştiriler ve yanlış anlaşılmalar
bazen bizi üzebilir. Bunları dostça soru ve cevaplarla iletişirsek aşabiliriz. Konuşabilmek
çok önemli bir insan özelliğidir. Bunu başaran aileler güçlüdür. Örgütler de
öyle. Öğrenelim, fikirlerimizi paylaşalım. Önce anlamaya çalışalım. Yargılamayı herkes yapıyor.
Anlaşıldığını hissetmeyen hiç kimse yanındakinin yarasına merhem olamaz. Anlaşıldığını düşünmeyen hiç kimse kendisini
anlamaya çalışmayanın iyi gününe de kötü gününe de sevinç ve üzüntülerine de ortak
olmaz. Bilelim ki on binlerleyken tek başımıza yalnız değiliz. 12
Eylül’de bütün yurtsever, demokrat ve devrimci örgütler ağır yenilgi aldılar.
Bu yenilgiden öğretmen örgütleri de payını aldı. Yenilen örgütlerin
önderlikleri özellikle 12 Eylül’ü iyi değerlendiremediler. Yenildik deyip işin
içinden çıktılar. Örgütler kendi içlerinde dayanışma mekanizmaları
kuramamışlardı. Hayatın her alanında yargılama vardı. Örgütler de bunu dışında
değildi. Binlerce insan ve aileleri
sahipsiz kaldı. Deyim yerindeyse perişan durumdaydılar. Herkes küçük dükkânının
çıkarı ve önderliklerin ağız dolusu konuşabilmeleri için seferberdi. Diktatörlük
koşulları biraz yumuşamaya başlayınca bir şekilde içeriden çıkan yenilmiş örgüt
elemanlarında ne de örgütlerin önderlerinde heyecan kalmamıştı.
Bu heyecanın
tohumları güven duygusu ve dayanışma ruhudur.
Sorunlar
çığ gibi büyürken her köy, kent, fabrikalar, yakası beyaz, yakası mavi alandaki
halk kitleleri toparlanmaya, kitlelerle buluşmaya çalıştıkça büyüyen halk
hareketleri yenilmiş, bezmiş hatta korkmuş “yönetenler” basamağında kendilerini
bulan elamanlarca yönetilemez oldu. Her boya boyanmış da sıra fıstıkiye gelmiş
gibi dünyadan, hayattan, toplumdan, halktan, bilimden, ahlaktan kopuk şekilde
Mustafa Kemal’i değersizleştirme “teorilerini” yarıştırma cahilliği başladı.
Gericiler ve aydınlanma karşıtları yani yıllarca bu işin teorisini yapanlara
gıdım gıdım zehir zerk edenlere “Keşke Yunan
kazansaydı” diyenlere büyük fırsatlar sunuldu. Halk gerici ideolojinin kucağına
itilmiş oldu. Gerici ideoloji fakirliği kutsadıkça kutsadı. Bir lokma bir hırka
anlayışını tüm araçları kullanarak beyinlere kazıdı. Toplumun cahilleştirilmesi
amacının kilometre taşları döşendi. Bu arada halktan itirazlarda geliyordu ama
o yönlü dinamik hareketlerde “provakasyon olur” yaftası ile gün gün bizatihi bu
yönetemeyen ağalarca pasifize edildi. Yurt dışı kaçkınlarına söz bile
söylemiyorum. Gele gele geldik değirmene. Şimdi değirmen buğday değil duman
öğütüyor, duman! Ülkenin sahibi bir ağa, siyasi partilerin her birinin başında
kimi kallavi kimi züğürt hepsi birden ağa… Bari aileler temiz kalmalı derken… Demez
olaydık. Kalamadı. Cesur birkaç gazeteci sayesinde duyduğumuz Narin… Duyulmayan
binlerce “Aylin...” Narin’in okuluna giden, öğretmenleri ile dayanışma içinde
olduklarını oralarda açıklayan hiç öğretmen örgütü duydunuz mu? Ben duymadım.
Gidildi de ben duymadıysam biraz kabahat bendede var derim. Derim de bana duyuramamışlarsa
51 tevkifatında tutuklanan bir “komünistin”
karım bile bilmiyordu. Beni nasıl buldular, demesi gibi değerlendiririm. Küçük
mütevazi “sen”,” ben”, “bizim oğlan”, ”bizim
kız” örgütleri… Bari… Bari onlar temiz
kalmalı. Bizim ailede her biraz büyümüş erkek kişiye ağa diye hitap edilir.
Hiçbir amcama amca diyemedim. Hep adlarıyla ve sonuna ağa sözcüğünü ekleyerek
hitap etmek bir gelenekti. Şimdi iki üç bin kişilik mütevazi örgütlerin
üyesiyim. O sebeple yönetmeye çalışanlarıma sesleniyorum. Ey Ağalarım, bari bu
örgütleri temiz tutalım! Yenilmişliklerimizin öcünü sizlere inanmaya
çalışanlardan almayalım.
Birlikte omuz omuza durursak, birbirimizi
anlamaya çalışırsak birbirimize güç katarız. Hiçbir halka tek başına zincir değildir.
Amacımız zincir oluşturmaksa halkaları birleştirmek tek çaredir.
Yazdıklarım kişiselleştirilmesin ama sesim de hayatın ibriğinden damlayanlardır. Değilse dünya dönüyor. hyetgin 04.11.2024
6 Kasım 2024 Çarşamba
ÇUVALDAKİ FARELER TEORİSİ
"Çuvaldaki Fare Teorisi”
Hikâyenin Mısır’da
geçtiği anlatılır. Bir tarım mühendisi trene biner yanına da elinde çuval
köylü olduğu her halinden belli bir adam oturur. Tarım mühendisi;
köylünün elindeki çuvalı ayakları arasına aldığını ve arada bir de çuvalı ağzı
ile tabanından tutarak sallayıp ters çevirdiğini sonra tekrar
ayakları arasına koyduğunu ilgi ile izlemiş. Köylü bu hareketini her
dokuz on dakikada bir tekrar edip duruyormuş. Bu durum yolculukları
boyunca devam ederken artık iyice meraklanan mühendis, köylüye:
- Ne var çuvalda, neden
ikide bir sallayıp ters çevirip sonra ayaklarının arasına alıyorsun? Köylü,
- Bey ben fareleri
ve sıçanları yakalar sonrada bunları bir araştırma ofisine satıyorum; Onlar da
fareleri laboratuvar deneylerinde kullanılıyorlar.
- Tamam da neden
sallayıp ters çevirip tekrar ayaklarının altına alıyorsun?
- Bey eğer çuvalı dokuz
on dakikada bir sallamaz ve ters çevirmezsem fareler rahatlarlar ve
ortama uyum sağlarlar sonrasında da çuvalı kemirip çuval esaretinden
kaçarak kurtulurlar. Kaçıp kurtulmayı düşünmelerini engellemek için fareleri
sürekli korkutup gerginliklerini artırmak gerekir. O zaman bu
sallanmanın ve ters çevirmenin nedeni olarak birbirlerini suçlarlar ve sürekli
çatışırlar, içgüdüsel olarak da çuvalda olduklarını unuturlar. Ben de onları
kaçırmadan araştırma ofisine rahatlıkla götürebilir ve paramı
alırım.
Mühendis bey, köylünün
bu keşfi ve düşünce şekline bir hayli şaşırdı ve uzun süre kalakaldı. Sonra
dehşetle emperyalist ülkelerin de geri bıraktıkları ülkelerin halklarına
benzer bir uygulamayı yaptıklarını düşündü... Bu uygulamaya da " çuvaldaki
fareler" teorisi denildi.
Şimdi Türkiye
açısından düşünüyorum da Kurtuluş Savaşımızdan sonra uzun süre hızlı
kalkınmamızın ve portakal, limon paraları ile uçak, lokomotif, dokuma,
şeker, çelik, çimento, silah, kağıt ve ayakkabı fabrikaları kurabilmemizin
nedeni "Tam Bağımsız Türkiye" olabilmemizmiş meğer. Yani
ülkemizi sallamalarına ve halkımızı strese sokmalarına izin verilmeyince
neler başarılıyormuş bunu iyice anladım. Bir anladığım da şu: Mustafa
Kemal Atatürk'ten sonra bize ve bizim gibi ülkelere uygulanan bu çuvaldaki
fareler teorisi ile hazırlanan siyasi tuzakları hem anlayarak hem de
halkımıza anlatarak yol yürümemiz gerekiyor. Ne zaman ülkemiz azıcık
kendisini toparlasa, halkımız huzur hissetmeye başlasa hemen içeriden ve
dışarıdan hassasiyetlerimiz de kaşınarak sallama, korkutma, karışıklık kargaşa
faaliyetleri yoğunluk kazanıyor. İşbirlikçi rengarenk ihanet de bunların
zeminini hazırlıyor. İşte laik-anti laik, alevi-sünni, türk- kürt-arap
kavgaları kızıştırılıyor. Vekalet alanlar terör dahil her yolu mubah görerek
sağlıklı düşünmemizin ve birlik sağlayabilmemizin, halkımızın refah
düzeyinin yükselmesinin ve üretmesinin önüne geçiyorlar. Zincirlerimizi kırmayı
düşünebilmemizi unutturuyorlar. Halkımızı çuvaldan çıkmayı düşünemez duruma
getiriyorlar. Kayyumlar devreye giriyor, terör azıyor !.. Sonra …"makber
ve her yer karanlık". Celladımıza olan aşkımızı tazeleyip duruyoruz. Eeey
halkım bu olanlar sana da çok tanıdık ve yaşanmış gelmiyor mu?
Emperyalistlerin ve
onların maşalarının çirkin ve ahlaksız amaçlarına ulaşmak için salladıkları,
aşımıza geçirdikleri çuvallardan kurtulmamız gerekiyor. Yurtta ve dünyada
barışı sağlamamız gerekiyor. Bunun yolu çoklu düşünebilmek, kardeşliğimize
karşı yapılan her eyleme tepki vermek, aymak, uyanmak, uyarmak ve uyandırmaktan
hiç vazgeçmeden gece gündüz çalışmak diyorum... 06.11.2024 hyetgin