ALEVİ CANLANDIRALIM IŞIĞI PARLATALIM
Kayyumları
duyunca daha önce yazdığım bir yazımı güncelleme gereği duydum. Karartmaya
çalışanlar hep olacaktır. Biz parlatanlar tarafında olmalıyız. Ateşi parlak
tutanlara selam olsun.
Adamın biri hiç aksatmadan sürekli
olarak bir grubunun toplantılarına katılıyordu. Kimseye haber vermeden
toplantılara katılmaz oldu. Üç beş hafta sonra gruptan bir arkadaşı bir akşam
çat kapı onu ziyarete gitti. Arkadaşını
tek başına ve yanmakta olan ateşli bir ocağın karşısında oturur buldu. Ev
sahibi arkadaşını kabul etti. Huzurlu ve sessiz bir atmosfer vardı. Her ikisi
de ocakta yanmakta olan odunu seyre daldılar. Alevleri, dumanı, isi, pası
seyrediyorlardı. Birkaç dakika sessizlikten sonra gelen konuk, ocakta yanmakta olan
odunların en güzel, en parlak ışığı saçanı seçti ve maşa ile onu ocağın
kenarına aldı. Sonra yerine oturdu. Ev sahibi sessizce olanı biteni izliyordu.
Az bir süre sonra o yanmakta olan güzel ve parlak alevli odun yavaş yavaş
alevini yitirdi ve söndü. Ateşi kalmadı.
Önceden ısı ve ışık saçan nesne kara bir eysiye dönmüştü. Konuk
geldiğinden beri aralarında çok az konuşma geçmişti. Gelen arkadaş gitmeye
hazırlanmadan önce o sönmüş, eysileşmiş odun parçasını maşa yardımı ile yeniden
yanmakta olan ateşin ortasına koydu. Odun yeniden alevlendi. Ateşi hemen
yeniden canlandı. Etrafındaki diğer ateşlerin yardımı ile hızla tutuşarak
tekrar yanmaya başladı.
Konuk
gitmek için ayağa kalktı, ocak başındaki arkadaşına önce akıl olmak üzere sağlıkla
kal, derken… Ev sahibi “Ziyaretinden ve bana ocakla anlattığın güzel dersten
çok etkilendim, sağ ol. Yakında döneceğim.” dedi.
Örgütler
tür ve cinsleri ne olursa olsun hayatımızda önemlidir. İnsan var olduğu günden
bu yana da önemli olmuştur. Aileler de birer örgütlenmedir. Çok basit gibi
gelir ama aileye her yeni katılan üye, diğerlerinden ısı ve ateş alır. Hem
kendi enerjisi artar hem grubun gücünü artırır.
Örgütün üyeleri de ateşin parçalarıdır. Ateşi azaltmak değil çoğaltmak
gerekir ancak kendi ışığımızı da o şekilde çoğaltabiliriz. Aileden başlayarak
tüm örgütlerde öncelikle kendi aramızdaki bağı, birliği ve güveni artırmalıyız.
Gelen eleştirileri yargılamadan anlamaya çalışmalıyız ama bu husus Türkiye toplumunda
çok zordur. Çünkü sıradan insanlar hep yaşadıklarını yaşatırlar. Evde şiddetin,
okulda şiddetin, çocuğa şiddetin, kadına şiddetin, hayvana şiddetin, halka
şiddetin önemli nedeni budur. Herkesten de bunun farkında olmasını
bekleyemezsiniz. Çünkü şiddet ve mobbing bir hastalığın da yansımasıdır. Gelene
tafra, bana itaat etmeyene yafta etki alanımızı da saygınlığımızı da güvenimizi
de sıfıra müncer eder. Bitirir ağam, bitirir. Etki alanımızı güçlendirmenin
yolu önce birlik noktalarımızı öne çıkarmaktan geçer. Anlamaya çalışmaktan
geçer. Üyelerin örgüte zarar vermeyecek hassasiyetlerine hürmet etmekten geçer
ki o zaman etki alanımız gerçekten genişler ve süreklilik kazanır. Sonra
katılımlar çoğalır. Sonra giderek yığınsallaşma başlar. TÖS dönemlerine herkes
iyi bakmalı. Bir ilçeye bir öğretmen geldiğinde ilk karşılayan TÖS üyeleri
olurdu. Sadece ad-soyadı sorulur ihtiyaçlarının giderilmesine odaklanılırdı.
Önderlik de böyle yönlendirirdi.
1968’lerdeki,
1975’lerdeki kitlesel eylemlerdeki nicelik ile bugünü karşılaştırdığımızda
bugün çok gerilere düştüğümüz açıktır. 1969 büyük öğretmen boykotuna katılım
sayısına bir daha ulaşılamamıştır. Görülen odur ki hayal bile edilemez duruma
gelinmiştir. Fakir Baykurt, Ali Bozkurt’un yönetim anlayışları olumlu
örneklerimizdir. Tüm örgütlerin özellikle de öğretmen örgütlerinin bu iki
başkan dönemini iyi incelemeleri gerekir. Timur, savaşacağı ülkeyi önce
yalnızlaştırarak işe başlardı. Ülkesi ve halkı için savaşırdı. O nedenle büyük
komutan sayılır. Emperyalistler ve egemenler ise bu taktiği halka ve halk
örgütlerine onları güçsüzleştirmek amacı için kullanırlar ve o nedenle
alçaktırlar.
Ateşi, ateş
içinde saklayalım. Aykırı gelen düşünceler, eleştiriler ve yanlış anlaşılmalar
bazen bizi üzebilir. Bunları dostça soru ve cevaplarla iletişirsek aşabiliriz. Konuşabilmek
çok önemli bir insan özelliğidir. Bunu başaran aileler güçlüdür. Örgütler de
öyle. Öğrenelim, fikirlerimizi paylaşalım. Önce anlamaya çalışalım. Yargılamayı herkes yapıyor.
Anlaşıldığını hissetmeyen hiç kimse yanındakinin yarasına merhem olamaz. Anlaşıldığını düşünmeyen hiç kimse kendisini
anlamaya çalışmayanın iyi gününe de kötü gününe de sevinç ve üzüntülerine de ortak
olmaz. Bilelim ki on binlerleyken tek başımıza yalnız değiliz. 12
Eylül’de bütün yurtsever, demokrat ve devrimci örgütler ağır yenilgi aldılar.
Bu yenilgiden öğretmen örgütleri de payını aldı. Yenilen örgütlerin
önderlikleri özellikle 12 Eylül’ü iyi değerlendiremediler. Yenildik deyip işin
içinden çıktılar. Örgütler kendi içlerinde dayanışma mekanizmaları
kuramamışlardı. Hayatın her alanında yargılama vardı. Örgütler de bunu dışında
değildi. Binlerce insan ve aileleri
sahipsiz kaldı. Deyim yerindeyse perişan durumdaydılar. Herkes küçük dükkânının
çıkarı ve önderliklerin ağız dolusu konuşabilmeleri için seferberdi. Diktatörlük
koşulları biraz yumuşamaya başlayınca bir şekilde içeriden çıkan yenilmiş örgüt
elemanlarında ne de örgütlerin önderlerinde heyecan kalmamıştı.
Bu heyecanın
tohumları güven duygusu ve dayanışma ruhudur.
Sorunlar
çığ gibi büyürken her köy, kent, fabrikalar, yakası beyaz, yakası mavi alandaki
halk kitleleri toparlanmaya, kitlelerle buluşmaya çalıştıkça büyüyen halk
hareketleri yenilmiş, bezmiş hatta korkmuş “yönetenler” basamağında kendilerini
bulan elamanlarca yönetilemez oldu. Her boya boyanmış da sıra fıstıkiye gelmiş
gibi dünyadan, hayattan, toplumdan, halktan, bilimden, ahlaktan kopuk şekilde
Mustafa Kemal’i değersizleştirme “teorilerini” yarıştırma cahilliği başladı.
Gericiler ve aydınlanma karşıtları yani yıllarca bu işin teorisini yapanlara
gıdım gıdım zehir zerk edenlere “Keşke Yunan
kazansaydı” diyenlere büyük fırsatlar sunuldu. Halk gerici ideolojinin kucağına
itilmiş oldu. Gerici ideoloji fakirliği kutsadıkça kutsadı. Bir lokma bir hırka
anlayışını tüm araçları kullanarak beyinlere kazıdı. Toplumun cahilleştirilmesi
amacının kilometre taşları döşendi. Bu arada halktan itirazlarda geliyordu ama
o yönlü dinamik hareketlerde “provakasyon olur” yaftası ile gün gün bizatihi bu
yönetemeyen ağalarca pasifize edildi. Yurt dışı kaçkınlarına söz bile
söylemiyorum. Gele gele geldik değirmene. Şimdi değirmen buğday değil duman
öğütüyor, duman! Ülkenin sahibi bir ağa, siyasi partilerin her birinin başında
kimi kallavi kimi züğürt hepsi birden ağa… Bari aileler temiz kalmalı derken… Demez
olaydık. Kalamadı. Cesur birkaç gazeteci sayesinde duyduğumuz Narin… Duyulmayan
binlerce “Aylin...” Narin’in okuluna giden, öğretmenleri ile dayanışma içinde
olduklarını oralarda açıklayan hiç öğretmen örgütü duydunuz mu? Ben duymadım.
Gidildi de ben duymadıysam biraz kabahat bendede var derim. Derim de bana duyuramamışlarsa
51 tevkifatında tutuklanan bir “komünistin”
karım bile bilmiyordu. Beni nasıl buldular, demesi gibi değerlendiririm. Küçük
mütevazi “sen”,” ben”, “bizim oğlan”, ”bizim
kız” örgütleri… Bari… Bari onlar temiz
kalmalı. Bizim ailede her biraz büyümüş erkek kişiye ağa diye hitap edilir.
Hiçbir amcama amca diyemedim. Hep adlarıyla ve sonuna ağa sözcüğünü ekleyerek
hitap etmek bir gelenekti. Şimdi iki üç bin kişilik mütevazi örgütlerin
üyesiyim. O sebeple yönetmeye çalışanlarıma sesleniyorum. Ey Ağalarım, bari bu
örgütleri temiz tutalım! Yenilmişliklerimizin öcünü sizlere inanmaya
çalışanlardan almayalım.
Birlikte omuz omuza durursak, birbirimizi
anlamaya çalışırsak birbirimize güç katarız. Hiçbir halka tek başına zincir değildir.
Amacımız zincir oluşturmaksa halkaları birleştirmek tek çaredir.
Yazdıklarım kişiselleştirilmesin ama sesim de hayatın ibriğinden damlayanlardır. Değilse dünya dönüyor. hyetgin 04.11.2024
0 yorum:
Yorum Gönder