13 Kasım 2024 Çarşamba

DÜNYANIN EN BÜYÜĞÜNÜ SELAMLAYACAĞIZ


 DÜNYANIN EN BÜYÜĞÜNÜ SELAMLADIK

7 Kasım 2024 Perşembe

ALEVİ CANLANDIRALIM IŞIĞI PARLATALIM

 ALEVİ CANLANDIRALIM IŞIĞI PARLATALIM

Kayyumları duyunca daha önce yazdığım bir yazımı güncelleme gereği duydum. Karartmaya çalışanlar hep olacaktır. Biz parlatanlar tarafında olmalıyız. Ateşi parlak tutanlara selam olsun.

        Adamın biri hiç aksatmadan sürekli olarak bir grubunun toplantılarına katılıyordu. Kimseye haber vermeden toplantılara katılmaz oldu. Üç beş hafta sonra gruptan bir arkadaşı bir akşam çat kapı onu ziyarete gitti.  Arkadaşını tek başına ve yanmakta olan ateşli bir ocağın karşısında oturur buldu. Ev sahibi arkadaşını kabul etti. Huzurlu ve sessiz bir atmosfer vardı. Her ikisi de ocakta yanmakta olan odunu seyre daldılar. Alevleri, dumanı, isi, pası seyrediyorlardı. Birkaç dakika sessizlikten sonra gelen konuk, ocakta yanmakta olan odunların en güzel, en parlak ışığı saçanı seçti ve maşa ile onu ocağın kenarına aldı. Sonra yerine oturdu. Ev sahibi sessizce olanı biteni izliyordu. Az bir süre sonra o yanmakta olan güzel ve parlak alevli odun yavaş yavaş alevini yitirdi ve söndü. Ateşi kalmadı.  Önceden ısı ve ışık saçan nesne kara bir eysiye dönmüştü. Konuk geldiğinden beri aralarında çok az konuşma geçmişti. Gelen arkadaş gitmeye hazırlanmadan önce o sönmüş, eysileşmiş odun parçasını maşa yardımı ile yeniden yanmakta olan ateşin ortasına koydu. Odun yeniden alevlendi. Ateşi hemen yeniden canlandı. Etrafındaki diğer ateşlerin yardımı ile hızla tutuşarak tekrar yanmaya başladı.

Konuk gitmek için ayağa kalktı, ocak başındaki arkadaşına önce akıl olmak üzere sağlıkla kal, derken… Ev sahibi “Ziyaretinden ve bana ocakla anlattığın güzel dersten çok etkilendim, sağ ol. Yakında döneceğim.” dedi.

         Örgütler tür ve cinsleri ne olursa olsun hayatımızda önemlidir. İnsan var olduğu günden bu yana da önemli olmuştur. Aileler de birer örgütlenmedir. Çok basit gibi gelir ama aileye her yeni katılan üye, diğerlerinden ısı ve ateş alır. Hem kendi enerjisi artar hem grubun gücünü artırır.  Örgütün üyeleri de ateşin parçalarıdır. Ateşi azaltmak değil çoğaltmak gerekir ancak kendi ışığımızı da o şekilde çoğaltabiliriz. Aileden başlayarak tüm örgütlerde öncelikle kendi aramızdaki bağı, birliği ve güveni artırmalıyız. Gelen eleştirileri yargılamadan anlamaya çalışmalıyız ama bu husus Türkiye toplumunda çok zordur. Çünkü sıradan insanlar hep yaşadıklarını yaşatırlar. Evde şiddetin, okulda şiddetin, çocuğa şiddetin, kadına şiddetin, hayvana şiddetin, halka şiddetin önemli nedeni budur. Herkesten de bunun farkında olmasını bekleyemezsiniz. Çünkü şiddet ve mobbing bir hastalığın da yansımasıdır. Gelene tafra, bana itaat etmeyene yafta etki alanımızı da saygınlığımızı da güvenimizi de sıfıra müncer eder. Bitirir ağam, bitirir. Etki alanımızı güçlendirmenin yolu önce birlik noktalarımızı öne çıkarmaktan geçer. Anlamaya çalışmaktan geçer. Üyelerin örgüte zarar vermeyecek hassasiyetlerine hürmet etmekten geçer ki o zaman etki alanımız gerçekten genişler ve süreklilik kazanır. Sonra katılımlar çoğalır. Sonra giderek yığınsallaşma başlar. TÖS dönemlerine herkes iyi bakmalı. Bir ilçeye bir öğretmen geldiğinde ilk karşılayan TÖS üyeleri olurdu. Sadece ad-soyadı sorulur ihtiyaçlarının giderilmesine odaklanılırdı. Önderlik de böyle yönlendirirdi.

1968’lerdeki, 1975’lerdeki kitlesel eylemlerdeki nicelik ile bugünü karşılaştırdığımızda bugün çok gerilere düştüğümüz açıktır. 1969 büyük öğretmen boykotuna katılım sayısına bir daha ulaşılamamıştır. Görülen odur ki hayal bile edilemez duruma gelinmiştir. Fakir Baykurt, Ali Bozkurt’un yönetim anlayışları olumlu örneklerimizdir. Tüm örgütlerin özellikle de öğretmen örgütlerinin bu iki başkan dönemini iyi incelemeleri gerekir. Timur, savaşacağı ülkeyi önce yalnızlaştırarak işe başlardı. Ülkesi ve halkı için savaşırdı. O nedenle büyük komutan sayılır. Emperyalistler ve egemenler ise bu taktiği halka ve halk örgütlerine onları güçsüzleştirmek amacı için kullanırlar ve o nedenle alçaktırlar. 

Ateşi, ateş içinde saklayalım. Aykırı gelen düşünceler, eleştiriler ve yanlış anlaşılmalar bazen bizi üzebilir. Bunları dostça soru ve cevaplarla iletişirsek aşabiliriz. Konuşabilmek çok önemli bir insan özelliğidir. Bunu başaran aileler güçlüdür. Örgütler de öyle. Öğrenelim, fikirlerimizi paylaşalım. Önce anlamaya çalışalım. Yargılamayı herkes yapıyor. Anlaşıldığını hissetmeyen hiç kimse yanındakinin yarasına merhem olamaz.  Anlaşıldığını düşünmeyen hiç kimse kendisini anlamaya çalışmayanın iyi gününe de kötü gününe de sevinç ve üzüntülerine de ortak olmaz. Bilelim ki on binlerleyken tek başımıza yalnız değiliz. 12 Eylül’de bütün yurtsever, demokrat ve devrimci örgütler ağır yenilgi aldılar. Bu yenilgiden öğretmen örgütleri de payını aldı. Yenilen örgütlerin önderlikleri özellikle 12 Eylül’ü iyi değerlendiremediler. Yenildik deyip işin içinden çıktılar. Örgütler kendi içlerinde dayanışma mekanizmaları kuramamışlardı. Hayatın her alanında yargılama vardı. Örgütler de bunu dışında değildi.  Binlerce insan ve aileleri sahipsiz kaldı. Deyim yerindeyse perişan durumdaydılar. Herkes küçük dükkânının çıkarı ve önderliklerin ağız dolusu konuşabilmeleri için seferberdi. Diktatörlük koşulları biraz yumuşamaya başlayınca bir şekilde içeriden çıkan yenilmiş örgüt elemanlarında ne de örgütlerin önderlerinde heyecan kalmamıştı.

Bu heyecanın tohumları güven duygusu ve dayanışma ruhudur.

Sorunlar çığ gibi büyürken her köy, kent, fabrikalar, yakası beyaz, yakası mavi alandaki halk kitleleri toparlanmaya, kitlelerle buluşmaya çalıştıkça büyüyen halk hareketleri yenilmiş, bezmiş hatta korkmuş “yönetenler” basamağında kendilerini bulan elamanlarca yönetilemez oldu. Her boya boyanmış da sıra fıstıkiye gelmiş gibi dünyadan, hayattan, toplumdan, halktan, bilimden, ahlaktan kopuk şekilde Mustafa Kemal’i değersizleştirme “teorilerini” yarıştırma cahilliği başladı. Gericiler ve aydınlanma karşıtları yani yıllarca bu işin teorisini yapanlara gıdım gıdım zehir zerk edenlere  “Keşke Yunan kazansaydı” diyenlere büyük fırsatlar sunuldu. Halk gerici ideolojinin kucağına itilmiş oldu. Gerici ideoloji fakirliği kutsadıkça kutsadı. Bir lokma bir hırka anlayışını tüm araçları kullanarak beyinlere kazıdı. Toplumun cahilleştirilmesi amacının kilometre taşları döşendi. Bu arada halktan itirazlarda geliyordu ama o yönlü dinamik hareketlerde “provakasyon olur” yaftası ile gün gün bizatihi bu yönetemeyen ağalarca pasifize edildi. Yurt dışı kaçkınlarına söz bile söylemiyorum. Gele gele geldik değirmene. Şimdi değirmen buğday değil duman öğütüyor, duman! Ülkenin sahibi bir ağa, siyasi partilerin her birinin başında kimi kallavi kimi züğürt hepsi birden ağa… Bari aileler temiz kalmalı derken… Demez olaydık. Kalamadı. Cesur birkaç gazeteci sayesinde duyduğumuz Narin… Duyulmayan binlerce “Aylin...” Narin’in okuluna giden, öğretmenleri ile dayanışma içinde olduklarını oralarda açıklayan hiç öğretmen örgütü duydunuz mu? Ben duymadım. Gidildi de ben duymadıysam biraz kabahat bendede var derim. Derim de bana duyuramamışlarsa 51 tevkifatında tutuklanan bir  “komünistin” karım bile bilmiyordu. Beni nasıl buldular, demesi gibi değerlendiririm. Küçük mütevazi  “sen”,” ben”, “bizim oğlan”, ”bizim kız” örgütleri… Bari…  Bari onlar temiz kalmalı. Bizim ailede her biraz büyümüş erkek kişiye ağa diye hitap edilir. Hiçbir amcama amca diyemedim. Hep adlarıyla ve sonuna ağa sözcüğünü ekleyerek hitap etmek bir gelenekti. Şimdi iki üç bin kişilik mütevazi örgütlerin üyesiyim. O sebeple yönetmeye çalışanlarıma sesleniyorum. Ey Ağalarım, bari bu örgütleri temiz tutalım! Yenilmişliklerimizin öcünü sizlere inanmaya çalışanlardan almayalım.

 Birlikte omuz omuza durursak, birbirimizi anlamaya çalışırsak birbirimize güç katarız. Hiçbir halka tek başına zincir değildir. Amacımız zincir oluşturmaksa halkaları birleştirmek tek çaredir.

Yazdıklarım kişiselleştirilmesin ama sesim de hayatın ibriğinden damlayanlardır. Değilse dünya dönüyor.  hyetgin 04.11.2024

                                                      

6 Kasım 2024 Çarşamba

ÇUVALDAKİ FARELER TEORİSİ

 

 "Çuvaldaki Fare Teorisi”

      Hikâyenin Mısır’da geçtiği anlatılır. Bir tarım mühendisi  trene biner yanına da elinde çuval köylü olduğu her halinden belli bir adam oturur.   Tarım mühendisi; köylünün elindeki çuvalı ayakları arasına aldığını ve arada bir de çuvalı ağzı ile  tabanından tutarak  sallayıp ters çevirdiğini sonra tekrar ayakları arasına koyduğunu  ilgi ile izlemiş. Köylü bu hareketini her dokuz on dakikada bir tekrar edip duruyormuş.  Bu durum yolculukları boyunca devam ederken artık iyice meraklanan mühendis, köylüye:

    - Ne var çuvalda, neden ikide bir sallayıp ters çevirip sonra ayaklarının arasına alıyorsun? Köylü,

    - Bey ben fareleri ve sıçanları yakalar sonrada bunları bir araştırma ofisine satıyorum; Onlar da fareleri laboratuvar deneylerinde kullanılıyorlar.

    - Tamam da neden sallayıp ters çevirip tekrar ayaklarının altına alıyorsun?

    - Bey eğer çuvalı dokuz on dakikada bir sallamaz ve  ters çevirmezsem fareler rahatlarlar ve ortama uyum sağlarlar sonrasında da çuvalı kemirip  çuval esaretinden kaçarak kurtulurlar. Kaçıp kurtulmayı düşünmelerini engellemek için fareleri sürekli  korkutup gerginliklerini artırmak gerekir. O zaman  bu sallanmanın ve ters çevirmenin nedeni olarak birbirlerini suçlarlar ve sürekli çatışırlar, içgüdüsel olarak da çuvalda olduklarını unuturlar. Ben de onları kaçırmadan araştırma ofisine  rahatlıkla götürebilir ve paramı alırım. 

    Mühendis bey, köylünün bu keşfi ve düşünce şekline bir hayli şaşırdı ve uzun süre kalakaldı. Sonra dehşetle emperyalist ülkelerin de  geri bıraktıkları ülkelerin halklarına benzer bir uygulamayı yaptıklarını düşündü... Bu uygulamaya da " çuvaldaki fareler" teorisi denildi. 

     Şimdi Türkiye açısından düşünüyorum da Kurtuluş Savaşımızdan sonra uzun süre  hızlı kalkınmamızın ve portakal, limon paraları ile  uçak, lokomotif, dokuma, şeker, çelik, çimento, silah, kağıt ve ayakkabı fabrikaları kurabilmemizin nedeni "Tam Bağımsız Türkiye" olabilmemizmiş meğer. Yani ülkemizi sallamalarına ve  halkımızı strese sokmalarına izin verilmeyince neler başarılıyormuş bunu iyice anladım. Bir anladığım da şu:  Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra bize ve bizim gibi ülkelere uygulanan  bu çuvaldaki fareler teorisi ile hazırlanan siyasi tuzakları hem  anlayarak hem de halkımıza anlatarak  yol yürümemiz gerekiyor. Ne zaman ülkemiz azıcık kendisini toparlasa, halkımız huzur hissetmeye başlasa hemen içeriden ve dışarıdan hassasiyetlerimiz de kaşınarak  sallama, korkutma, karışıklık kargaşa faaliyetleri yoğunluk kazanıyor. İşbirlikçi rengarenk ihanet de bunların zeminini hazırlıyor. İşte laik-anti laik, alevi-sünni, türk- kürt-arap kavgaları kızıştırılıyor. Vekalet alanlar terör dahil her yolu mubah görerek sağlıklı düşünmemizin ve birlik sağlayabilmemizin,  halkımızın refah düzeyinin yükselmesinin ve üretmesinin önüne geçiyorlar. Zincirlerimizi kırmayı düşünebilmemizi unutturuyorlar. Halkımızı çuvaldan çıkmayı düşünemez duruma getiriyorlar. Kayyumlar devreye giriyor, terör azıyor !.. Sonra …"makber ve her yer karanlık". Celladımıza olan aşkımızı tazeleyip duruyoruz. Eeey halkım bu olanlar sana da çok tanıdık ve yaşanmış gelmiyor mu? 

    Emperyalistlerin ve onların maşalarının çirkin ve ahlaksız amaçlarına ulaşmak için salladıkları, aşımıza geçirdikleri çuvallardan kurtulmamız gerekiyor. Yurtta ve dünyada barışı sağlamamız gerekiyor. Bunun yolu çoklu düşünebilmek, kardeşliğimize karşı yapılan her eyleme tepki vermek, aymak, uyanmak, uyarmak ve uyandırmaktan hiç vazgeçmeden gece gündüz çalışmak diyorum... 06.11.2024 hyetgin


3 Kasım 2024 Pazar

1 Kasım 2024 Cuma

Hıfzı Yetgin 29 Ekim 2024 mp4 YAŞASIN CUMHURİYET

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Premium Wordpress Themes